12 Eylül

From B-Ob8ungen
Jump to navigation Jump to search

8. Konferans

Nihai Rapor ve Sonuç Bildirisi

17-18 Aralık 2005, Ankara

"12 Eylül"

8. Türkiye İnsan Hakları Hareketi Konferansı, 25. yılında 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve rejimini konu almıştır.

Bu konunun masaya yatırılmasının esas nedeni, "12 Eylül"ün kapanmış bir defter olmamasıdır. 12 Eylül rejimi, dayandığı kurumlarla, yönetim mekanizmalarıyla, devlet-toplum-siyaset-hukuk anlayışıyla, devam etmektedir. Bu, salt "kendiliğinden" değil, rejim tarafından sistemli olarak yeniden üretilen bir devamlılıktır; onu tasfiyeye veya sorgulamaya dönük girişimlere karşı önleyici mekanizmalar üretmektedir.

12 Eylül'de "neler olduğunu" hiç bilmeyen kuşakların yetişmiş bulunması, onun unutulmasını, unutturulmasını kolaylaştırmaktadır. Dahası, 12 Eylül zihniyeti sadece "yönetenler" katında değil, toplum/halk nezdinde hala geniş bir meşruiyete sahiptir veya en azından "olağan" sayılmaktadır. Devletle özdeşleşme ve toplumsal meseleleri "devletin bekası" perspektifinden düşünme eğiliminin yaygınlığı; bunun da ötesinde toplumun geniş bir nüfusunun, gerek 12 Eylül'de gerek başka insan hakları ihlallerinde -küçük ve tabi konumda da olsa- roller almaktan, işbirliği yapmaktan veya karşı çıkmamaktan kaynaklanan suça ortaklık hali, buradaki zorluğu pekiştirmektedir. Toplumda faşizan yönelimlerin (linç girişimleri vs.) endişe verici yaygınlığı, bu sorunun güncel tablosunu sunmaktadır.

Zaten, süreklilik arzeden, sona ermemiş, bir "normalleşme" yoluyla geride bırakılmamış travmatik durumlarda geçmişle hesaplaşmak, yüzleşmek zordur. Bununla beraber, bizzat bu hesaplaşma ve yüzleşme çabasının, söz konusu travmatik süreci sona erdirmek, bizzat onun "normalleşmesine" karşı direnmek için vazgeçilmez bir araçtır.

12 Eylül'le hesaplaşma/yüzleşme meselesi, kuşkusuz, askeri müdahalelerin meşruiyetinin kırılmasıyla, askeri siyasal-toplumsal hakimiyetin kırılmasıyla doğrudan ilintilidir. 12 Eylül'le hesaplaşmak, militarizmle hesaplaşmaktır.

Bu noktada, 27 Mayıs 1960 darbesini, askeri darbelere karşı tutumdan ve duyarlılıktan istisna eden çift standardcı bakışın artık kesin olarak aşılması gerektiğini de hatırlatma gereği vardır. 27 Mayıs, darbecilere sağladığı koruma kalkanıyla ve ordunun siyasal sistemdeki konumunu kurumlaştırmasıyla, "gelenek oluşturucu", "kurucu" bir işlev görmüştür.

Siyaset ve siyasetçiliği itibarsızlaştırması, bir başka 12 Eylül mirası olarak, bizzat 12 Eylül'le hesaplaşmanın önündeki güçlü engellerden birini oluşturmaktadır.

12 Eylül'ün yeterince üstünde durulmayan bir mağdur grubu olarak, Türkiye dışındaki politik mülteciler kitlesinin durumuna dikkat çekilmiştir.

Erkek-kadın ilişkilerinin nasıl etkilendiğinin mercek altına alınması, -kadınların eş ve anneler olarak 'zorunluluk' sonucu kazandıkları inisyatifin "tanınması" ile ilgili sorunlar-12 Eylül deneyiminin bir başka ilgi bekleyen veçhesi olarak not edilmiştir.

Kapsamlı insan hakları ihlallerinin sorumluluğunu taşıyan kişilerin bu fiillerinin cezasız kalması, toplumda adalet duygusunun temellerini sarsmaktadır. Adalet duygusunun erozyonu ve bunun yarattığı ruhsal-manevi tahribat, önünde sonunda, bugün toplumda "gücün hukukunun" ve şiddet egemenliğinin hüküm sürmesinin de nedenidir. 12 Eylül'ün sürekliliğinin dolaylı ama en kapsamlı boyutu, bu olsa gerektir.

12 Eylül'le ilgili başlıbaşına travmatik olabilen bir sorun olarak unutma/unutturma sorununun üzerinde durulmuştur. Doğrudan mağduru olmayanların -hatta kimi zaman mağdurların bile!- unutuşuna -veya ilgisizliğine- karşılık, faillerin/ihlalleri gerçekleştirenlerin, bu travmatik deneyimleri asla unutmaması, "gerektiğinde yeniden devreye sokulacak" meşru yöntemler, önlemler olarak görmesi ve bir tür tehdit olarak kullanması, bu yakıcı sorunun provokatif sayılması gereken bir yüzüdür.

Unutma/unutturma sorunu, hesaplaşmaktan ayrıştırılması gereken bir etkinlik olarak yüzleşmeyi gündeme getirmektedir. Mağdurların derin bir yenilgi duygusuyla içine kapanması, kendi travmalarının üzerine gitmekten geri durması, yüzleşmeyle ilgili büyük bir açığın varlığını ortaya koyar. Mağdurların da, 12 Eylül'deki kendi deneyimleri dahil, insan hakları ihlalleriyle ilgili ilkesel bir tutum almaktaki ikircimleriyle ve Öteki'ne dönük empatiden uzaklıklarıyla yüzleşmeye ihtiyaç vardır.

Bu tartışma içinde, Türkiye toplumunun 12 Eylül'le ve daha önceki darbelerle "kendi üslubuyla" hesaplaştığının düşünülebileceği fikri de ortaya atılmıştır. Darbelerden sonra yapılan genel seçimlerde, askeri yönetimlerin tercih etmediği, hatta tasfiyesini amaçladığı siyasal kadroların/partilerin iktidara gelmesi olgusu, bu eğilime örnek olarak hatırlatılmıştır. Devletle, egemen güçlerle doğrudan cepheleşmeden, "vaziyeti idare ederek", yumuşak yollardan hesaplaşma eğiliminin varlığı, güvenilmesi ya da üzerine strateji inşa edilmesi gereken bir "otantik" veya "yerli-milli" gelenek olarak görülemez - veya azından bu şekilde "yüceltilemez". Fakat bunun da, siyasal kültüre ilişkin hesaba katılması gereken bir olgudur.

Korkular, yüzleşme gündeminin çok önemli bir başlığıdır. 12 Eylül, kolektif bilinçaltında bir korku odağı olarak durmaktadır. Eylemsizliğe iten, umutsuzlaştıran, hesaplaşmaya ve yüzleşmeye yönelik girişimleri ketleyen bir korku odağıdır.

Korkuyla başa çıkmanın temel yöntemi de, onunla yüzleşmektir. Böyle bir yüzleşme deneyimi, korkuyu, insanları birleştirici ve harekete geçirici bir güç kaynağına dönüştürebilir. Korkunun varlığını ikrardan kaçınmayan, bizzat bu korku ortamını/durumunu bir sorun olarak ortaya koyan öznelerin birliktelikleri, bu durumu sorunlaştırmaya ve geriletmeye dönük bir inisyatifi tahkim edebilir.

Korkuyla baş etmenin bir yolu da korkulanı tanımak, onu bilinmezlikten çıkarmaktır. Bu bakımdan, korkunun nesnesini oluşturan öznelerle (örneğin güvenlik güçleriyle), özgül konularda ortak çalışma veya yüzleşme zeminleri oluşturmanın, 12 Eylül'ün yanı sıra genel olarak insan hakları mücadelesinin etkili bir yolu olabileceği belirtilmiştir.

Bu noktada şunu hesaba katmak gerekirki ki, egemenlerin, faillerin de korkuları vardır. Sistem, kendini büyük tehdit algıları ve bu algıdan kaynaklanan korkular üzerine bina etmektedir. Varlıkları ve güçleri sistemin devamına bağlı grupların bu konumlarını tehdit atında görmekten kaynaklanan kaygıları da buna eklenmelidir.

Unutmama iklimini güçlendirmek, 12 Eylül'ün toplam olgusal gerçekliğini ve özel vakalarını hatırlatmanın, 12 Eylül'le hesaplaşma ve yüzleşme işinin en önemli ayaklarından biri olduğunu tekrarlarsak; sürekli bir dokümantasyon çalışmasının önemi ortaya çıkar. Tarih Vakfı'nın 12 Eylül ve öncesini en geniş biçimde belgelemeye dönük "Bellek 12" projesi gibi projeler, desteklenmeli, tanıtılmalıdır.

Diğer temel ayak, kuşkusuz hukuk ayağıdır. Hesaplaşma ortamını oluşturmaya dönük kamuoyu çalışması, mutlaka, sorumluların yargılanması ve cezalandırılmasına dönük somut hukuksal hedeflere dönük çalışmayla birleşmelidir. Bu doğrultuda devlet kurumları ve parlamento nezdinde girişimler de ihmal edilmemelidir.

Gerek hukuksal yaptırımlara gerek kamuoyu oluşturmaya dönük çalışmaları birleştirecek bir girişim olarak, hesaplaşmaya dönük toplumsal talep genişletilmelidir. Bunun için belki de öncelikle 12 Eylül mağdurlarında talep yaratmak gereklidir. Örneğin Diyarbakır Cezaevi mağdurları, özel ve geniş bir mağdurlar grubu olarak hatırlanmıştır.

Kamuoyu oluşturmada standart biçimlere sıkışmayıp yeni yöntemler aramak gerektiği vurgulanırken, geniş kitlelere ulaşma ve bellek aktarımı yanında duyguların taşıyıcılığını yapma gücü bakımından sinemaya özel bir önemle eğilinmiştir. Son zamanlarda yapılan, fonunda 12 Eylül'ün yer aldığı filmler, bu önemi hatırlatmaktadır. Genişleyen sinema sektörünün "hikaye-senaryo" ihtiyacı ile 12 Eylül deneyiminin -trajik ve trajikomik- hikaye birikimini buluşturmak için atelye çalışmaları düzenlenmesi düşünülebilir. İlgili başka kuruluşların ve saygın isimlerin katkısıyla, 12 Eylül'le ilgili büyük çaplı bir senaryo ödülünün kurumlaştırılması önerisi de dile getirilmiştir.

Geniş izleyici topluluklarına ulaştırılacak film projeleri yanında, mağdurların tanıklıklarını aktaracağı "amatör" tanıklık kayıtlarının da işlevine dikkat çekilmiştir. Böylesi çabalar, hem geleceğe zengin bir malzeme devredecek, sesini duyurma imkanlarından yoksun bulunanların hikayelerini anlatmalarını sağlayacak, hem de bizzat mağdurların kendi travmasıyla yüzleşmesine yardımcı olabilecektir. İnsan hakları aktivisitlerinin/gönüllülerinin bu tür tanıklıkların yerel ve amatör ilişki ağları içinde derlenmesi için eğitilmesi düşünülebilir.

Etkili bir estetik biçim olarak, bir "12 Eylül Müzesi" kurma fikri de ifade edilmiştir.

Kozmopolit hafıza çalışmalarının katkısından mutlaka yararlanılmalıdır. Latin Amerika, Güney Afrika, Almanya, İspanya, Yunanistan, -henüz yeni ve sınırlı olmakla birlikte- Ortadoğu ülkelerindeki geçmiş askeri darbeler ve kitlesel insan hakları ihlalleriyle yüzleşme deneyimleriyle uluslar arası mukayeseler; gerek hesaplaşma/yüzleşme modelleri tasarlamak, gerekse deneyim paylaşımı -bunun yanında moral kaynağı!- olarak çok önemlidir.

12 Eylül'le hesaplaşmada uluslar arası siyasal ve hukuksal platformlar ihmal edilmemelidir. Uluslar arası Ceza Mahkemesi Statüsü'nün Türkiye tarafından tanınması, bunun bir adımı olabilir.

12 Eylül'le hesaplaşmada, uygulanabilir hedeflere dönük somut kampanyalar gereklidir. Kamu vicdanını bilhassa rahatsız eden en önemli başlıkları (Anayasa'nın geçici 15. maddesi gibi) öne almak gerekir. Bu kampanyalarda, etkili ama herkesçe katılınabilir, görece "kolay" eylemler de akledilmelidir. İlgili kuruluşlar arasında, özgül hedefe ve alana odaklanan işbirlikleri örülmelidir. Burada belki '78'liler Girişimi' merkezi-koordinatör bir adres olarak düşünülebilir. "Cezasızlık" konusunda yerel kampanyalara katılabilme olanağına sahip bulunan Uluslar arası Af Örgütü Türkiye birimiyle de işbirliği yapılabilir.

12 Eylül'le ve genel olarak travmatik geçmişle hesaplaşmanın ve yüzleşmenin, çok uzun erimli bir uğraş olduğu hiç unutulmamalıdır. Bu çaba, hayal kırıklığına kapılınmaması, çabuk sonuçlar umulmaması gereken bir emek yatırımını gerektirir.

Hesaplaşmak, öfkeyle davranmak anlamına gelmez, hele ki intikamcı, hınççı yaklaşımlara kesin olarak uzak durmalıdır. Fakat insani bir duygu olarak öfkeyi belirtmekten geri kalmamak, "medeni" bir öfkeyi saklamamak, 12 Eylül'le hesaplaşma sürecinin bir unsuru olmalıdır.