İşkence azaldı mı?
TÜRKİYE’DE İŞKENCE AZALDI MI?
Af örgütü 1979 yılından beri (ve en son Kasım 2001 tarihli bir raporda) Türkiye’de işkence için her zaman “systematic and widespread” (sistemli ve yaygın) diyor.
HRW (İH İzleme Komitesi) 2002 yılı (bir önceki yıla ait) raporunda “torture and ill-treatment increased” (işkence ve kötü muamele arttı) derken, bunu avukat ve insan hakları savunucularının görüşleri olarak aktarıyor.
ABD yıllık raporunda (2001 yılına ait) “torture, beatings, and other abuses by security forces remained widespread, although the number of reported cases declined” (sayısal olarak azalmakla beraber işkence yaygın bir uygulama olarak devam etti) diyor.
CPT özellikle İstanbul için 2000 yılından sonra “gradual improvement” (aşamalı bir iyileşme) görüyor (en son 24.04.2002 tarihli raporda).
Biz ne diyoruz?
Hiçbir şey değişmedi mi diyeceğiz, yani sistemli, rutin, genel sorgulama yöntemi olarak devam etti mi diyeceğiz, yoksa daha farklı bir ifade mi kullanacağız?
Ben “bir şeyler değişti” diyorum ve bazı verilere baktıktan sonra buna göre tez(ler) geliştirmeye çalışacağım. En çarpıcı örnek belki işkence sonucunda ölümlerde gözemlemek mümkün. 1981 yılında 73 kişi gözaltında öldü ve hepsinde işkence şüphesi vardı. 20 yıl sonra, 2001 yılında 8 kişinin gözaltında öldüğünü tespit edebildik, ancak 1-2’si hariç ölüm sebebini işkence olarak göstermek mümkün değildi.
Bir de gözaltı sürelerine bakalım:
12.09.1980 Cuntanın darbesiyle 20 ilde geçerli olan sıkıyönetim 67 ilde uygulanmaya başlar 17.09.1980 Sıkıyönetim ve olağanüstü halde azami olan 15 günlük gözaltı süresi 30 güne uzatıldı. 07.11.1980 30 günlük gözaltı süresi 90 güne uzatıldı. 05.09.1981 90 günlük gözaltı süresi 45 güne indirildi. 30.05.1985 45 günlük gözaltı süresi 30 güne indirildi. 17.06.1985 Olağan olarak idare edilen bölgelerde gözaltı süresi 15 güne indirildi.
aradan 12 yıl geçtikten sonra
12.03.1997 DGM’lik "suç"larda azami gözaltı 7, OHAL’de 10 güne iner. 06.02.2002 DGM’de gözaltı 4, OHAL’de 7 gün olarak yasalaşır
Yani 3 aylık gözaltı süresi 1 yıl kadar geçerli idi. 45 günlük gözaltı süresi 4 yıl ve 30 (bir aylık) gözaltı süresi tam 12 yıl geçerli idi (hep OHAL’de azami sürelerini dikkate alarak). Bu gelişmeyi tablo halinde ancak kaba hatları ile göstermeyi becerebildim.
Eskiden gözaltına alınanlar avukatlarla hiç görüştürülmüyordu (yani 3 ay legal olarak incommunicado) tutulabilirdi. İncommunicado süresi 1997 tarihinde 4 güne, 2002 yılında da 2 güne inmiş oldu.
1980’li yıllarda başka önemli gelişmeler ise şunlar:
01.07.1982 5 ülke (Danimarka, Fransa, Hollanda, Norveç ve İsveç) Avrupa Konseyi nezdinde Türkiye’yi şikayet etti. 06.12.1983 Dava kabul edildi. 07.12.1985 Dostane çözüm yoluna gidildi. Türkiye (galiba) sıkıyönetimi zamanla kaldıracak, gözaltı
süresini azaltacak ve 3 ayda bir gelişme hk. rapor verecek(ti).
Eylük 1987 Türkiye bireysel başvuru hakkını kabul etti. Ekim 1988 Türkiye İşkence ve Kötü Muameleyi Önlenmesine dair Avrupa Sözleşmesini (AİKS) onayladı
(sözleşmeye göre kurulmuş "işkence önleme komitesi" (CPT) ve TR ilişkisine biraz geniş yer verdim).
CPT ilişkisi
AİKS’i son imzalayan fakat ilk onaylayan Türkiye kabul etmediği halde iki kez (Aralık 1992 ve Aralık 1996 yıllarında) kamuoyuna açıklanan raporlar ile “cezalandırıldı”. 1992’e kadar CPT üç kez Türkiye’ye gelmiş oldu ve özellikle Ankara ile Diyarbakır’da yaygın işkence uygulamaları tespit etti. Bir yerinde “filistin askı” aleti de buldu. 1994 ve 1996 yıllarında tekrar gelen CPT çok sayıda genelge yayınlanmış olmasına rağmen işkence uygulamasında bir değişiklik olmadığını rapor etti. İstanbul’da elektrik şoku vermek için bir işkence aracı bulan CPT özellikle 15 (30) günlük gözaltı süresiyle DGM kapsamında suçlarda yasal bir değişiklikten sonra bile zanlıların 4 gün kimse ile görüştürülmeden tutulabileceklerini büyük eksiklik olarak gördü.
1992 raporundan alıntı (özet çeviri HO)
CPT’nin ilk ziyaretinden sonraki iki yıl içinde Türk yetkililer işkencenin önlenmesi için gereken yasal önlemleri almadığı ve Ankara ile Diyarbakir’daki TMŞ’nde faaliyetlerden ötürü AİKS madde 10(2)’e göre bu yönteme başvurma gereğini duydu. ... işkence ve kötü muamele Türkiye’de gözaltı yerlerinin bir özelliğidir.
Alınan bilgiler işkence ve kötü muamelenin Türkiye’de yaygın olduğunu gösterir ve hem siyasi zanlılar, hem de adli zanlılara uygulanmaktadır...
Geçerli olan yasalar DGM kampsamına giren suçlardan ötürü gözaltına alınanları işkenceden korumuyor; tersine bu tür yöntemlerin uygulamasını kolaylaştırır.
CPT Türk hükümetinden DGM kapsamında gözaltına alınanların tutulma sürelerini kısaltmasını bekler, yakınlarına haber verilmesi hangi koşullarda ertelenebileceğini açıklık getirmesini ve süreyi çok kısa tutmasını ister ve insanların yakalandığı andan itibaren avukat ve kendilerinin belirleyeceği bir hekimle irtibat kurmasını sağlanmasının önemini vurgular.
İşkence salt yasal önlemlerle önlenemez. Farklı yöntemlerle bu tür önlemleri “boşa” çıkarmak mümkün. İşkencenin önlenmesi için en önemli unsur belki zihniyettir. Bunu sadece memurlar için değil bütün bir sistem için gerçekleştirmek gerekir.
1996 raporundan alıntı (özet çeviri HO)
Biraz ilerleme oldu... İşkence ile mücadele için gerekli olan yasal ve tüzüksel çerçeve büyük ölçüde çizilmiştir. Fakat en yüksek siyasi merciden yayınlanmış talimatlara rağmen, pratikte bu tür önlemler gözardı ediliyor.
Daha fazla genelgelere gereksinim yoktur, kolluk kuvvetlerinin hareketlerini etkili kontrol ve denetimi gelştirmek gerekir. Gözaltına alınan şahsın özgürlüğünden yoksun bırakıldığı andan itibaren bir avukatla görüşebilmesi kötü muamelenin önlenmesinde temel bir güvence sayılır.
CPT’nin elinde olan bilgiler iskence ve diğer ağır kötü muamele yöntemlerinin Türkiye’deki emniyet güçlerinde genel bir pratik olmaya devam etmektedir.
8 Kasım 2001 tarihli rapordan alıntı (özet çeviri HO, paragraflar belirtilmiş)
(55) Değişik kesimlerle yapılan görüşmelerden edindiğimiz izlenime göre İstanbul bölgesinde kötü muamelenin en sert yöntemleri (askı, elektrik şok gibi) epey azalmış. Gözaltında bulunan birçok kişi eskisine nazaran çok daha iyi bir muameleye tabii tutulduklarını belirtmiş. Gene de küçümsenmeyecek sayıda işkence şikayeti alınmış ve bazılar tibbi tespitlerle uyumlu olduğu gözemlenmiş.
(56) İstanbul Emn. Mdl. TMŞ’nde uykusuz bırakmak, uzun süre ayakta bekletmek ve tehidtler genel bir uygulama gibi görünüyor.
(57) Narkotik şubede şikayetçi olmamakla beraber kötü muameleye tabii tutulma riski devam etmekte. Bunu DGM’e bağlı adli tıp raporlarında görmek mümkün. Raporlarda adı geçenler hayalar sıkma, basınçlı soğuk su ile ıslatma gibi yöntemlerden bahsettiler, biri de askıya alındığını iddia etmiş.
Gerçekten işkence ile kötü muameleye karşı mücadele için gereken yasal çerçeve büyük ölçüde çizilmiş. Bunun en önemli olanlar şunlar: CMUK’ta Aralık 1992 ile Mart 1997’de yapılan değişiklik, 1 Ekim 1998 tarihli genelge ile Başbakanlık’tan yayınlanan 3 Aralık 1997 ile 25 Haziran 1999 tarihli genelgeler. İş, şimdi bunları hayata geçirmektir. Özellikle 25 Haziran 1999 tarihli genelgede tarife edilen denetleme mekanizmasının yerleştirilmesidir. Buna ilişkin İçişleri Bkl. tarafından 20 Aralık 2000 tarihinde bir genelge yayınlanmış. CPT bu konuda 3 aylık gelişme raporlarını alabilirse sevinir.
(60) Tüm işkence iddialarının araştırılması ve sorumluların cezalandırılması son derece önemlidir. 25 Haziran 1999 tarihli genelgede buna ilişkin bir hüküm var. 2000 yılında kaç kişinin 243 ve 245’ten yargılandığını ve ne kadarı ceza aldığını öğrenmek isteriz. Süleyman Yeter’in ölümü ile ilgili ayrıntı da isteriz.
(61) Her ne kadar yasal olarak birçok önlem alınmışsa da eksiklikler gene mevcut. Bunun en önemlisi DGM kapsamımda sorgulanan kişilerin ilk 4 gün içinde avukatlarla görüştürülmemeleridir (yakınlarına haber verilmesinde de aksaklıklar mevcut). Gözaltına alınan herkesin ilk andan itibaren bir avukatla görüştürülmesine olanak tanınmasına yönelik daha önce yaptığımız önerimizi tekrar vurgulamak isteriz. Ziyaretimizde edindiğimiz izlenime göre ilk dört günden sonra DGM kapsamında olanların avukatla görüştürülmesi istisnai bir durum gibi göründü. Yakınlarına haber verme konusunda DGM kapsamında olan zanlılar için yasadaki belirsizlik devam ediyor ve pratikte ilk dört gün içinde haber verilmemesi kural gibi görünüyor. Gözaltına alınan diğer kişilerin haklarından onların faydalanabilmesi için hükümetin ne tür önlem almayı düşündüğünü öğrenmek isteriz.
(69) Gözaltı merkezlerinin düzenlenmesinde bazı adımlar atıldığını gördük, ancak noktalı ışıkların kullanılması birçok yerde devam etmektedir. Bu yöntemi tarihe gömmek gerekir.
24 Nisan 2002 tarihli rapordan alıntı (özet çeviri HO)
2 ile 14 Eylül 2001 arasında gerçekleşen ziyaretin ardından CPT 2000 yılında tespit ettiği aşamalı iyileşmeyi bir daha teyit etti. Özellikle İstanbul’da en ağır işkence yöntemlerine daha az başvuruluyor. Ancak Şanlıurfa ve Van’da çok kötü işkence olaylarına rastlanıldı.
Ekim 2001 ile Şubat 2002’de kabul edilen anayasal ve yasal önlemler işkence ile mücadelede var olan güvenceleri pekiştirmektedir. Ancak bunlar başka pratiklerle “boşa” çıkartılmamalı (430’a ilişkin endişelerini burada dile getiriliyor).
Ağrı, Elâzığ, Erzurum ve Van’daki gözaltı yerleri ya köklü değişiklik yapılsın ya da kapatılsın. Gözlemlerimiz ardından alınan yanıt büsbütün yetersiz; ziyaret edilen iki odayı tarife ederek alınacak önlemler konusunda tek kelime bile söylenmiyor. Bu AİKS madde 3’e aykırı.
CPT zamanla her yerde yapılan sorguların bütün olarak elektronik bir şekilde kaydedilmesini önerir; öncelikle belki TMŞ’ndeki bu bölümlerinin çoğunda gereken aygıtlar mevcut.
CPT gözaltında bulunan kişilerin gözlerinin bağlanmasını kesin olarak yasaklanmasını önerir.
… kolluk kuvvetlerine karşı ortaya atılan işkence iddialarının araştırılması sadece savcılara bırakılma zaman çoktan geldi.
19 Aralık 2001 tarihinde verilen yanıtta belirtildiği gibi İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan bir tasarı ile doktor muayenesinde polis bulunmaması, enazından duymayacak mesafede olması hükmünün hayata geçirmesi konusunda CPT olumlu haber bekler.
(Muayene raporlarının) formlara göre değil, genellikle başlıksız ve çok kısa, artı birden fazla zanlı için düzenlenmiş olması genel bir uygulama olarak devam eder. …hangi form kullanılırsa kullanılsın, muayene edilen kişinin şikayetleri için bir bölüm ile hekimin tespitleri için ayrı bir bölümü ve her ikisinden çıkarılan sonuç bölümü olması gerekir.
DGM kapsamında sorgunlanan kişileri yasal olarak hala ilk iki günde avukatla görüştürülmemeleri CPT’yi üzdü.
19 Aralık 2001 tarihinde verilen yanıtta amirler ile savcılar sık sık gözaltı mekanları denetlediği yazılı. Eylül 2001’de toplanan bilgiler bunu büyük ölçüde doğruluyor, fakat eskiklikler mevcut (raporun İngilizce özeti paragraf 146-153 arasında bulunur). CPT tarafından ikinci “müeyyide raporu” yayınlandıktan dört yıl sonra Türkiye yayınlanan raporları için “gizlilik” ilkesinden feragat edecekti (08.12.2000 tarihli gazeteler).
CPT zamanında (1992-2002 yıllları arasında) atılan bazı adımlar
1 Aralık 1992 tarihinde yürürlüğe giren 3842 No'lu kanunla 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK) değiştirerek gözaltı süreleri kısalmıştır. Azami olarak 8 günlük gözaltı süreleri siyasiler için (DGM) gene 15 ve OHAL’de 30 gün olarak kalmış. Diğer suçlar için çocuk yaştakilere zorunlu olan “müdafi de sorguda hazır bulunması" ergin olanlar için isteğe bağlı kılındı.
12 Mart 1997 tarihinde yürürlüğe giren 4229 sayılı yasa ile 3842 sayılı yasanın 30'uncu maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Yeni yasaya göre DGM kapsamına giren suçlarda azami gözaltı süresi 7 gün, OHAL’da ise azami süre 10 gün olarak belirlenmiştir. CMUK’ta yapılan değişikliklerden sonra Baro’larda CMUK servisler kuruldu. Bunların deneyimlerinden faydalanmak gerekir (örnek olarak da TİHV 1996 yılı raporuna da bakılabilir).
İrili-ufaklı “yasal” önlemler devam etti. 1 Ekim 1998 tarihinde "yakalama, gözaltına alınma ve ifade alma yönetmeliği" yürürlüğe girdi. Oldukça ayrıntılı olan yönetmelik (ekler hariç 12 sayfa) genel anlamda yasal düzenlemeleri pekiştiriyordu.
"1 Ekim yönetmeliği" ile getirlen „olumlulukların“ başında ekinde sunulan bazı formlar (örneğin "şüpheli ve sanık hakları formu") geliyor. 12'inci maddede şöyle deniliyor: "...denetime tabi olan bir deftere nezarete alınanların kaydı yapılır." 25'inci maddede ise "...kolluk kuvvetlerinin yetkili birimleri tarafından denetleme yapılır" diye bir düzenleme getirilmiştir. Öte yandan "gecikmesinde sakınca bulunan hal" gibi muğlak ifadelerle kolluk kuvvetlerine verilen geniş yetki muhafaza edilmiştir ve benzer tanımlamalarla yakınlara ve müdafilere haber verme işlemi de kolluk kuvvetlerinin takdirine bırakılmıştır. Sağlık kontrolleri konusunda da "sakınca bulunmayan hallerde" ancak "doktor ile sanık yalnız kalabilir" hükmü getirilmiştir (madde 10).
AB süreci
Belki AB süreci ile CPT ilişkisiyle ayrı ayrı ele almaya gerek yok. Bir bakıma CPT ile geliştirilen “dialog” konu (işkence) itibarıyla en ayrıntılı çalışma alanı saymak mümkün. Ekim 2001 yılında kabul edilen anayasal değisiklikle buna Şubat 2002’de tekabül eden yasal düzenlemeleri (“mini demokrasi paketleri”) AB süreci olarak sayabiliriz. İşkence konusunda alınan önlemler ise şunlar:
Yasa ile DGM Yasası’nın 16. maddesinde yapılan değişiklikle 3 veya daha fazla kişinin katılımıyla işlenen toplu suçlarda, savcının talebi ve hakim kararıyla 7 gün olan gözaltı süresi, 4 güne indirildi. Olağanüstü Hal ilan edilen bölgelerde, yakalanan ya da tutuklanan kişiler hakkında belirlenen 4 günlük süre, savcının talebi ve hakim kararıyla 7 güne kadar uzatılabilecek. Önceki yasa metninde, 7 günlük sürenin 10 güne kadar uzatılabileceği hükmü yer alıyordu. Yasaya göre, gözaltı süresinin uzatılmasına karar verilmeden önce hakim yakalanan veya tutuklanan kişinin ifadesini alacak. Tutuklu sanığın avukatı ile her zaman görüşebilmesine imkan tanındı. Savcının gözaltı süresinin uzatılmasına yazılı olarak emir vermesinden sonra gözaltında bulunan kişinin bu haktan yararlanması da hükme bağlandı. CMUK’un “sanığın tutuklanmasından haber verilecek kişileri” hükme bağlayan 107. maddesindeki değişiklikle tutuklama ve tutuklamanın uzatılmasına ilişkin her karar tutuklunun bir yakınına veya belirlediği bir kişiye hakim kararıyla gecikmeksizin haber verilecek. “Soruşturmanın amacını tehlikeye düşürmemek” kaydıyla tutuklunun, tutuklamayı bir yakınına veya belirlediği bir kişiye bizzat bildirme hakkı tanındı. CMUK’un “yakalananların sorguya çekilmesi” başlıklı 128. maddesinde de “yakalama ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin emirden, yakalananın bir yakınına veya belirlediği bir kişiye savcı kararıyla gecikmeksizin haber verilmesi” hükmü getirildi.
Bu yasal önlemler pratiğe nasıl yansıdı ya da yansıyacak asıl önemli soru. Bu ara CPT tarafından ileri sürülen (ağır işkence yöntemlerde) aşamalı iyileşme tezinde TİHV tedavi raporlarına bakarak yanıt aradım. Seçtiğim yöntemler “gözbağı”, “tasyıklı su sıkma”, “askıya alma”, “falaka” ve “tecavüz” idi. Yüzdelik olarak gösterilen tablo şöyle:
Kaba dayak dışında belki en klasik gözaltı uygulaması “gözlerin bağlaması”dır. Tasyıklı su sıkmak elektrik vermek ve askıya almak arasında uygulamada çok büyük (yüzdelik) farkı görünmüyor belki, ama klasik sandığımız “falaka” buna nazaren hep daha az uygulandı (İzmir’de geliştirilen sintigrafi yöntemi unutmamak gerekir). Tecavüz ise tedavi için TİHV’e gelenler arasında çok az uygulanmış. Yanıtını aradığım soruya dönersek acaba 1995 ile 2000 yılları arasında en ağır işkence yöntemlerinde yarı-yarıya bir azalma olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bundan bir yıl önce “işkence mağdurlarla daynışma günü” için 26 Haziran 2001 tarihinde TİHV
“İŞKENCESİZ BİR DÜNYA İÇİN”
adlı bir rapor yayınladı. Burada hafif olumlu tek ifade şu:
“Rakamlar 2000 yılı içerisinde gözaltında kalma sürelerinde kısalma görüldüğünü ancak bu kısalmanın işkenceyi önlemek konusunda gelişme sağlamadığını ortaya koymaktadır.”
Raporda ulusal programa karşı TİHV yorumlarına değinmiyeceğim, ancak öneriler kısmına geçmeden önce bazı sübjektif gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Günlük bülteni yazarken 10 ya da 7 yıl öncesine bakarak gözaltılar (bazı istisnalar dışında) artık çok uzun sürmüyor. Birçoğu bir gün sonra ya da aynı gün serbest bırakılmaktadır. Gözaltına alınan çok az kişi işkence iddiasında bulunuyor. Bulunanlar ise pek ayrıntılı işkence öyküler anlatmıyor. Yoksa bunlar belirli basın organlarında yer alıyordu her halde. Son yıllarda işkence mağdurları ile doğrudan konuşma olanağım pek olmadı. Bu yüzden deneyimli arkadaşların izlenimlerini merak ediyorum. Ancak bundan 5 yıl önce İstanbul’da bir MLKP operasyonu sırasında alınan öğrencilerle konuştuğumda işkenceye alınmamış olmalarını beni şaşırtmıştı.
Acaba eskiden “siyasi nedenlerden ötürü alınan kişiler arasında %90’dan fazla işkence görüyor” tezi bugünlerde “%40” gibi bir rakama mı düştü?
1996 yılında yoğunlaşan insan kaçırma ve ajanlık teklif etme olayları değerlendirecek olursak acaba polisin yeni strategjisi telkin, ikna ve sindirme yöntemlerle insanları muhalefet etmekten vazgeçirmek olabilir mi diye düşünüyorum. Bu bağlamda insan hakları konusunda yapılan eğitime de bir göz atmak gerekir. Bu konuda veri bulamadım (kaç yılda kaç kişi ne tür bir eğitimden geçti acaba). Fakat ilk yıllarda “teröristlere işkence yapılabilir” diyen akademisyenler yerine daha sonra İonna veya Mehmet Semih gibi hocalara bu alanda görev verildiğine göre iktidardakiler gerçekten samimi mi diye bir soru da akla gelebilir.
Bir başka tez de şu olabilir. Mevcut düzene ciddi bir tehlike teşkil eden bir hareket ortada kalmadı. Ciddi olan tek güç olarak PKK (KADEK)i kabul edersek, onlar silahlı mücadeleden vazgeçtikten sonra “kaybederek”, “faili meçhul cinayet” veya “yargısız infaz” şeklinde (ya da köy boşaltmakla) onlarla mücadele etmenin “gereği” kalmadı denilebilir. İşkence dışında yargı yolu ile muhalefeti bastırma yöntemi her zaman mevcuttu. Yargı pratiğine baktığımızda ileri sürülen iddialar (“hakaret”, “kin ve düşmanlığa tahrik etmek”, “yardım-yataklık”) için kanıt yorumlarla yaratılmakta, yani işkence ile itiraf almanın da gereği pek kalmadı demek de mümkün.
OHAL bölgesine özel bir dikkatle yaklaşırken bir de bizden çok devlete yakınlığı ile tanınan Hizbullah’çılara bakmak gerekir. İşkencenin (eski) vahşi boyutunu orada bulmak mümkün her halde. 430 sayılı KHK 2001’in son aylarında bazı (“bölücü”) zanlılara neden uygulandığını anlamak zor, ancak Hizbullah’ı “çözmek” (ya da kendilerinin yaptığı olasılığı yüksek olan Gaffar Okkan suikastını onlara yüklemek) için Diyarbakır ana davasında yargılanan birden fazla sanığa 430’un uygulanması “normal” sayılabilir.
Sesli düşüncelerimi tez halinde şöyle ifade edebilirim:
Son 20 yıl içerisinde işkenceyi önleme adı altında Türkiye’de birçok değişiklikler yapıldı. Siyasi iradenin yokluğunda genellikle dışarıdan gelen istek ve baskılar sonucunda gözaltı süresi azaltıldı, avukat ile görüşme olanağı tanındı, doktor muayenesi için ayrıntılı formlar geliştirildi, yakınlara haber verme zorunluluğu getirildi, ancak bu haklarının büyük bir bölümü sadece kağıt üstünde kaldı, çünkü işkenceye yol açan zihniyet değişmedi. Siyasi alanda illegal faaliyetin düşüşüne paralel olarak itiraf almak için uygulanan işkencenin dozajı terörle mücadele şubelerinde azalmış görünüyor. İşkence ile konuşturulmayan insan sayısı da azalınca daha az kişi işkence sonucunda yaşamını kaybediyor.
Fakat işkence, yargısız bir ceza olarak kolluk kuvvetlerinin suçlu olarak gördükleri kişilere karşı “doğal” bir davranış sayılmaya devam ediyor.
İşkence ve kötü muamelenin cezaları üst sınırı ile arttırılmış gözükse de pratikte bu tür davaların açılması önünde bulunan engeller ve dava açılsa bile işkencenin cezasız kalması işkencenin sistemin bir parçası olduğunu gösteren en önemli olgulardır.
Türkiye’de işkenceyi tamamen durdurabilmek için yapılacak çok “iş” var daha. İvedilikle ele alınması gereken önlemler arasında genelinden başlarsak:
İşkence ve kötü muamelenin önlenmesinde, uluslararası standartlara uygun yasal düzenlemelerin yapılmasının yanısıra işkencenin ve kötü muamelenin önlenmesinde engel olan zihniyeti de ortadan kaldırılması gerekir.
Öneriler
- Gözaltına alma yargı kararı ile olmalı ve suçüstü durumlarında kişilerin derhal yargı önüne çıkarılmasını sağlayacak yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Bu çervede Adli Kolluk Teşkilatı kurulmalı ve adliye kurumsal olarak güçlendirilmeli ve eğitim olanakları sağlanmalıdır. CPT’nin önerdiği “modern sorgulama” konusunda eğitilmiş uzmanların ifade almaları alternatif olabilir (mi?).
- İnsan özgürlüğündan yoksun bırakıldığı ilk andan itibaren kendisinin belirleyeceği bir avukat ve hekimle irtibat kurabilmeli. Yargıç kararı olmaksızın yakınlarına derhal haber verilmelidir.
- İşkence ve kötü muamele ile suçlanan görevlilerin adil yargılanmasının önündeki engeller kaldırılmalı; işkence ve kötü muamele ile suçlanan görevliler, suçsuzlukları kanıtlanana kadar, savcıların talebiyle görevden ya da “aktif görevden” alınmalıdır. Bu suçları işleyen görevlilerin idari, adli ya da siyasi amirlerinin sorumlulukları da soruşturma konusu olmalıdır. İşkence suçunda zamanaşımı olmamalı.
- Adli Tıp Kurumunda, bu kurumun etkin ve amaca uygun çalışması için başta bağımsızlığının sağlanması olmak üzere gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Bunun yerine “tıbbi muayenelerin özel eğitilmis sağlık personeli tarafından kolluk kuvvetlerinin müdahalesi olmaksızın yapılmalı” da denilebilir.
- İşkencenin tıbbi ve hukuksal açılardan soruşturulmasına yönelik olarak TİHV’nın da etkin çabalarıyla uluslararası düzeyde hazırlanan ve BM İnsan hakları Yüksek Komiserliğine sunulan İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu- İstanbul Protokolü’ne uyum sağlanmalıdır.
- İstanbul Protokolünde önerildiği gibi, Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin yetki ve örgütlenmesine paralel olarak, İşkenceyi Önleme Ulusal Komitesi kurulmalı, bu komitede insan hakları örgütleri, Türk Tabipleri Birliği ve Barolar’da yer almalıdır.
- İşkence ya da kötü muameleye maruz kalanların gereksindiği tıbbi, psişik, sosyal, ve hukuksal yardım sağlayan kuruluşlar açılmalıdır. Bu kuruluşlar, önerilen İşkenceyi Önleme Komitesi tarafından ve ilgili meslek kuruluşlarının da katılımıyla organize edilmelidir. Kişiler bu yardımları alacakları resmi ya da gayri resmi kuruluşu seçmekte serbest olmalı ve bu kuruluşların masrafları oluşturulacak bir fondan karşılanmalıdır.
- İşkence ve kötü muamele mağdurlarının tazminat talepleri ile ilgili yasal durum açıklığa kavuşturulmalıdır.
- İnsan hakları eğitimi özellikle doğu ve güneydoğu illerinde Hacettepe Üniversitesi’nde kazanılan deneyimler ışığında yaygınlaştırılmalıdır.