Avrupa yolunda hız sınırı

From B-Ob8ungen
Jump to navigation Jump to search

Aliağa kentinde diş hekimi olan Osman Murat Saraç iki dişimi çektikten sonra “bir saat ağzındaki pamuğu çıkartmıyacaksın” demişti. Ben de çenemi iyice kapatıp arabama bindim ve Avrupa yolu E-87 (İzmir-Çanakkale yolu) üzerinden Yenifoça’da bulunan yazlığıma doğru hareket ettim.

Ağrı yoktu, ancak keyfim de pek yoktu ve demir-çelik işletmeleri ile kamyonların bolluğu yüzünden ötürü bozuk, toz-dumanlı olan Yenifoça yoluna döndüğümde hız yapma niyetim yoktu. Hatta diğer günlerde arkalarında takılıp kaldığım kamyonlardan biri arabamı geçtiğini hatırlıyorum. Önemli bir nokta: ben E-87 karayolundan geliyordum, o tarafa doğru belki iki saat önce gitmiştim.

Fabrikaları geçtiğimde bir jandarma ekibi beni Hurdasan firması önünde durdurdu. Ehliyetimi görünce askerler ecnebi olduğumu anladılar. El ve kol hareketleriyle Türkçe anladığımı, fakat ağzımdaki pamuk yüzünden konuşamadığımı belirttim. Biri 78 dedi, öteki 80 kilometre hız yaptığımdan ötürü ceza keseceklerini belirttiler ve “karşıdan gelen arabayı görmediniz mi?” diye bir ekleme yaptı. Tekrar konuşamadığıma işaret ettim, çünkü burada itirazım olacaktı. Hareket halinde karşıdan gelen bir araba hızımı nasıl ölçebilir diyecektim. Ayrıca yolun neresinde hızımı ölçtüklerini de soracaktım, çünkü araba sürücüleri 90 yerine daha düşük bir hızla gitmeleri için uyaran bir levha görmemiştim. Emin olabilmek için ertesi gün Ahmet Garip isimli arkadaşı yanınma alarak (tanık olabilir) aynı yolu bir daha gezdim. E-87 karayoluna giderken üç yerde hız sınırlandıran levha mevcut: ikisi 50 km/h der ve biri 70km/h der. Ters yönde sollama yasağı anlamına gelecek işaret(ler) var, ancak hiçbir yerde (bir yıl sonra bile: tek bir yerde) hız sınırlandıran bir işaret yok.

Kendime göre haksızlığa uğramıştım ve doğal olarak itiraz edecektim. Cezayı jandarma kestiğine göre Yenifoça’daki jandarma karakoluna gittim ve görevli subaya nereye itiraz edebileceğimi sordum. Kendisi bunu bilmediği için Eskifoça’daki amirine telefon açıp sordu. Oradan gelen yanıta göre itirazımı Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapmalı idim, çünkü cezayı Aliağa’dan gelen bir ekip kesmiş.

Emin olabilmek için önceden Aliağa Jandarma Komutanlığı’na uğramam da önerildi. Bu bilgilerle gittim, bilgisayarı olan bir emlakçının bürosunda dilekçemi yazdım. Bu ara gelen giden herkes “çok doğru” diyor fakat “boşver, bundan bir şey çıkmaz” diye eklemeyi de unutmuyor. Yazıcıdan çıkarttığım dilekçemle Aliağa Jandarma Komutanlığı’na gittim. İki katlı bir binada nihayet benimle ilgilenen birini buldum ve sorumu yönelttim. Önce “maliye” diye bir yanıt aldım, ancak cezayı taksitlere bağlamak değil temelden itiraz etmek istediğimi belirttim.

Benden ceza tutanağını alan genç asker 10 dakika kadar bütün binayı dolaştı, ancak soruma cevap verecek birini bulamadı. “Ekip dışarıda” deyip tutanağı bana iade etti. Aliağa Adliyesi’nde Cumhuriyet Başsavcısı’nın odasını bulmak kolay idi. Önemli görevine göre kocaman salonda oturan savcı bey pek bürokratik davranmayıp beni derhal içeriye davet etti. Dilekçeme bir göz attıktan sonra “benim işim değil” dedi. Nereye vermem gerektiğini sordum ve sulh ceza mahkemesi’nin bu işlere bakar diye yanıt aldım.

Dilekçemdeki “muhatabı” değiştirdikten sonra Aliağa Sulh Ceza Mahkemesi itirazımı kabul etti. Kararın bana tebliğ edilmesi için 3 milyon TL bıraktım ve evime döndüm. Günlerden 9 Nisan 2003, yani cezanın kesilmesinden bir gün sonra. Nisan ayının sonuna doğru bir gün çarşıda PTT’de çalışan Süleyman efendi bana uzaktan bağırdı: “Helmut..., sana mektup var”. Böylece Aliağa Sulh Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararı verdiğini öğrendim. “İdari bir işlem” olduğundan kendini yetkili görmemiş, ancak nereye başvurabileceğimi de belirtmedi.

Bundan sonrası bir avukatın işi deyip başka işlerimi de takip eden İzmir Barosu’ndan avukat Sema Pekdaş’a olayı aktardım. Nerede ise her tür davaya bakan avukat arkadaş böylesi bir davayı o zamana kadar takip etmediğinden ötürü biraz şaşkın idi, ancak her vatandaşın haksızlığa karşı çıkmalı diye benim gibi düşündüğünden davayı kabul etti. Israrlı araştırmalarının sonucunda avukatım nihayet bir muhatap buldu: İzmir İdare Mahkemesi. Bir başka nokta daha keşfetti: Avrupa Birliği’nin kriterlerine uymak için TBMM 3 Ekim 2001 tarihinde Anayasa’nın birçok maddesini değiştiren 4709 sayılı yasayı kabul etmiş (17 Ekim 2001 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmakla yürürlüğe girdi). 4709 sayılı yasanın 16. maddesi şöyle:

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 40ıncı maddesine ikinci fıkra olarak aşağıdaki fıkra eklenmiştir. Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.

Jandarma tarafından elime verilen ceza tutanağı basit bir makbuzu andırıyor: “Git, bununla bir yerde para yatır” diye. Böylesi bir yaptırıma karşı birilerinin itiraz edebileceği hiç düşünülmemiş. Vatandaşlardan aldığım tepkilere göre itiraz eden de yok zaten. Halbuki yapılan işlem birçok yönden hatalı. “Trafik Ceza Tutanağı”nda hangi yasaya göre ceza verildiği belli değil. Sonradan anlaşıldığı kadar ile yazılan ceza maddesi (benim lehime) “sehven” (sözlüğe baktım: yanlışlıkla) belirtilmiş.

Jandarmadan aldığı bilgilerle bunu söyleyen vali yardımcısı M. İhsan Uğurcan idare mahkemesine gönderdiği yazı 1 Ağustos 2003 tarihini taşıyor. Güya radarla tespit edilmiş hız sadece bir üstçavuş tarafından imzalanmış bir çizelgede mevcut olduğunu buradan öğreniyorum. Maddi veya objektif denilen bir delil yok. Kim, hangi saatte, hangi yerde ve hangi yöntemle hız ölçümü yaptığı belli değil. Ancak “Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 101. maddesine göre hız değişik usullerle ölçülebilir” deniyor.

Nereye itiraz edileceğini “trafik görevlileri istek üzerine belirtir” diyor bir başka paragraf. Keşke ağzımda pamuk olmazsaydı, bu iddianın doğruluğunu daha o zaman öğrenebilecektim. Ceza yazan kurumdan bilgi alamadığım gibi, bir ilçenin başsavcısı da nereye itiraz edileceğini bilmiyorsa bir trafik ekibin bunu bilmesi bana mucize gibi geldi doğrusu.

Yazının 6ıncı paragrafı da Horozgediği Kavşağı’ndan E-87 İzmir-Çanakkale yoluna kadar 50 kilometre hız kısıtlaması mevcut deniyor. Olabilir, fakat tekrar ediyorum: ben o tarafa gitmiyordum. Kaldıki hızımı ölçen kimse, hangi aygıt ve/ya araç nerede durduğu, yani nerede ve nasıl ölçüm yapıldığı bana hala açıklanmış değil.

Gelgelelim İzmir İdare Mahkemesi’nin 27 Şubat 2004 tarihinde verdiği karara. Avukatımın “trafik ceza tutanağı”nın usulsuz düzenlenip geçersiz olduğuna değinmeden, delilsiz ceza olmaz ilkesini de görmezlikten gelerek sadece jandarma tarafından verilen bilgiler (ki bunlar benim için iddia) doğrultusunda davanın reddine karar veriyor, ancak ilk kez başvurabileceğimiz makamı ile süreyi belirtiyor (İzmir Bölge İdare Mahkemesi). Buranın kararını merakla beklerken aklımdan şunlar geçiyor:

  1. Avrupa’lı olmak için sadece yasal düzenleme yapmak yetmiyor. Avukatımın keşfettiği yeni Anayasa hükmünün cidden uygulanması düşünülüyorsa belki tonlarca kağıt imha edip birçok form yeniden düzenlenmek gerekir.
  2. Bireylerin hak arama bilinci vahim olmayan durumlar için de geliştirilmeli.
  3. Hukuki prosedür hakkında söylenecek şeylerin dışında (dosya üzerinden verilen karar, keşif, bilirkişi gereği vs.) asıl meseleyi galiba “Devlet ve onun bekçisi olan askerler her zaman haklı” olan mantıkta aramak gerekir. Bu inanç sadece vatandasşta değil, yargıçlar arasında da hakim olduğu müddetçe Avrupa yolunda hızlı adım atmak mümkün görünmüyor.