12 Eylül darbesinin ilk yılında yaşam hakkı ihlali

From B-Ob8ungen
Jump to navigation Jump to search

12 Eylül 1980 tarihinde Milli Güvenlik Konseyi (MGK) adı altında Türkiye'de darbe yapan generaller sadece illegal örgütlenmelere karşı savaş açmadılar, legal alanda faaliyet gösteren partiler, sendikalar, dernekler lağvettiler, mecliste halkı temsil etmek için seçilmiş kişiler ve hükümette görev almış başbakan ve bakanlar da "işten attılar". Aralık 1978'te 13 ilde ilan edilmiş sıkıyönetim, Eylül 1980'e kadar 19 ile yayılmıştı. Darbe ile birlikte sıkıyönetim tüm 67 ilde geçerli oldu.

Yargı ve MGK kararları ile infaz edilenler

12 Eylül döneminde sıkıyönetim askeri mahkemelerince 517 sanığa idam cezası verildi. Askeri Yargıtay'ın onayladığı idam kararlarının sayısı 124 oldu.[1] Ölüm cezalarının infazlarına ilişkin onama kararları 12 Eylül 1980 ile 25 Ekim 1981 tarihleri arası Milli Güvenlik Konseyi'ne aittir. Bu dönem içinde idam edilenler şunlar:

12 Eylül 1980 ile 25 Ekim 1981
arasında infaz edilen idam kararları
10
Sol görüşlü 7
Sağ görüşlü 3
Necdet Adalı (sol görüşlü) 7 Ekim 1980 Ankara

Türkçe Vikipedi'de şunlar yazılı: 1958 yılında doğan Necdet Adalı, 12 Eylül rejimi tarafından idam edilen Kurtuluş Hareketi lise kanadı Dev-Lis'lidir. 12 Eylül rejiminin idam ettiği ilk kişidir. Kendisini yargılayan mahkeme başkanı Albay Hamdi Sevinç'in Adalı'nın suçsuz olduğunu ileri sürmesine karşın, mahkeme heyeti tarafından suçlu bulundu. Karara şerh koyan Sevinç bu tutumu nedeniyle ceza aldı ve daha sonra ordudan istifa etti.

Mustafa Pehlivanoğlu (sağ görüşlü) 7 Ekim 1980 Ankara

Türkçe Vikipedi'de şunlar yazılı: Mustafa Pehlivanoğlu, 12 Eylül Darbesi'nden sonra idam edilen ilk ülkücü. Balgat katliamındaki kahvehane taramalarında 5 kişinin ölümüne sebep olmakla suçlanıp, 12 Eylül 1980 askerî darbesinden önce yapılan yargılama sonunda idam cezasına çarptırılmıştı. Yatmakta olduğu ve çok sıkı korunan Mamak Askerî Cezaevi'nden kaçtı, ancak 18 Ağustos 1980'de Kütahya'da yakalandı. 7 Ekim 1980'de, solcu militan Necdet Adalı'dan birkaç saat sonra 22 yaşındayken Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'nde idam hükmü infaz edildi. Mustafa Pehlivanoğlu mahkeme süresi boyunca polis ifadesinin işkence zoruyla alındığını ve kendisinin masum olduğunu iddia etti. İdam kararını veren Sıkıyönetim Mahkemesi Hâkimi Ali Fahir Kayacan daha sonra anlattığı anılarında, Mustafa Pehlivanoğlu'nun asılan solcu Necdet Adalı'ya denge olsun idam edildiğini belirtti.[2]

Serdar Soyergin (sol görüşlü) 25 Ekim 1980 Adana

21 Ekim 2007 tarihli Sabah gazetesinde şunlar yazılı: Serdar Soyergin (22) 14 Eylül 1980 günü bir çatışmada yaralı olarak gözaltına alındı ve bir yüzbaşıyı öldürmekle suçlandı. Beş gün içinde duruşması yapıldı, 40 gün içinde de 25 Ekim 1980'de de idam edildi. Ancak ölene kadar yüzbaşıyı öldürmediğini haykırdı. O sırada yanında olan arkadaşı Süleyman Aydemir de 15 Mart 1981'de bir çatışmada ölene kadar, "O yüzbaşıyı ben öldürdüm, Serdar'ı benim yerime astılar," dedi durdu. Şimdi yıllar sonra bir tanık ortaya çıktı ve Soydemir'in işlemediği bir suçtan asıldığını, esas suçlunun yedi ay sonra ölen Süleyman Aydemir olduğunu söylüyor: Serdar 14 Eylül sabahı, 'Ben Kuruköprü'deki kahveye gidip arkadaşlarla buluşacağım,' diyerek evden ayrıldı. Serdar'ın gittiği kahvehanede başka bir sol grupla aralarında tartışma çıkmış ve o sırada devriye gezen askerler olaya müdahale etmiş, silahlar patlamış. Tankçı Yüzbaşı Bülent Angın çatışmada ölmüş, Serdar Soyergin bacağından yaralı olarak yakalanmış. Yüzbaşıyı asıl öldüren Süleyman Aydemir ise kaçmış. Görenlerin daha sonra anlattıklarına göre Serdar'ı yaralı olarak yakalayan askeri birlik, onu bir cemsenin arkasına ayağından bağlayarak şehrin ortasında sürüklemiş.

İddianamede, Serdar Soyergin'in yasadışı THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi- Cephesi) örgütü üyesi olduğu suçlamaları yer alıyordu. Daha sonra Serdar'ın elinde olduğu ileri sürülen ve patlamayan silahın ne olduğu konusunda hiçbir bilgiye rastlanmadı. Süleyman Aydemir aslen Denizliliydi. 14 Eylül'deki olaydan sonra Adana'yı terk etmişti. 1980 yılının son ya da 1981 yılının ilk günleriydi sanıyorum, İstanbul Merter'de salaş bir kahvehanede buluştuk. Çok samimi olarak bana aslında Serdar'ın cuntacılar tarafından kendisinin yerine idam edildiğini anlattı.[3]

Erdal Eren (sol görüşlü) 13 Aralık 1980 Ankara

Türkçe Vikipedi'de şunlar yazılı: Erdal Eren (25 Eylül 1964, Şebinkarahisar, Giresun doğumlu). Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği (YDGD) Sinan Suner, 30 Ocak 1980 tarihinde MHP'li bir bakanın koruması olan Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürüldü. Erdal Eren, Suner'in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasındaydı. Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge'yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, yargılanarak 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkûm edildi. Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'nde infaz edildi.

Erdal idam edilmeden "avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını" söyledi.

Cevdet Karakaş (sağ görüşlü) 4 Haziran 1981 Elazığ

Kendilerine milliyetçi diyenlere ait bir sitede şunlar yazılı: Elazığ’da bir avukatın öldürülmesinde faili meçhulü ortadan kaldırmak isteyenler gözlerini Cevdet’e çevirmişlerdi. İşkenceler... Yine de kabul ettirememişlerdi kendi işlemediği suçu Cevdet Karakaş’a... Belli bir süre Almanya’da gurbette çalışmış daha sonra tekrar gelmişti Elazığ’a.[4]

Veysel Güney (sol görüşlü) 10 Haziran 1981 Gaziantep

Türkçe Vikipedi'de şunlar yazılı: Veysel Güney (d. 1957, Malatya) Devrimci Yol'un İskenderun sorumlusu idi. 12 Eylül askeri darbesinden sonra Gaziantep'e geçen Güney, burada kaldığı evde polis baskını ile yaralı olarak yakalanmıştı. Çatışmada ölen Teğmen Şahin Akkaya'nin faili olarak sıkıyönetim mahkemesinde yargılanan ve avukat tutmasına izin verilmeyen Güney, TCK’nun 450/9 maddesinin ihlali suçundan idam cezası almıştır. İnfazı 10 Haziran 1981 tarihinde saat 03:00’da Gaziantep E Tipi Cezaevi'nde gerçekleştirilmiştir.

Veysel Güney adını kurulan bir sitede ek bilgiler şunlar: Veysel Güney 1957'de Malatya Hekimhan'da doğdu. Malatya'da başladığı eğitimini İzmir'de liseyi bitirerek tamamladı. Devrimci Yol'un İskenderun sorumlusu olduğu iddiasıyla gözaltında öldürülen Necdet Erdoğan Bozkurt için bir karakola gerçekleştirilen "misilleme" eyleminden sonra aranmaya başladı. 12 Eylül darbesinden 3 ay kadar sonra Gaziantep'te Ali İhsan Özer ile birlikte kaldığı ev polis ve askerin ortak operasyonuyla basıldı, Ali İhsan Özer çatışmada ölürken, Veysel yaralı olarak yakalandı. Çatışma sırasında komiser olan Atilla Çınar yaralanırken, Teğmen Şahin Akkaya ise alnından yediği tek kurşunla öldü. Veysel, teğmeni öldürdüğü iddiasıyla yargılandı. İki duruşmada da idam cezası aldı. Avukat tutmasına izin verilmedi. Cezaevinde kaldığı yaklaşık beş ay süresince sürekli hücrede tutuldu. Görüşmecilerine izin verilmedi, mektup yazması ve alması yasaklanan Veysel Güney, TCK’nun 450/9 maddesinin ihlali suçundan idam cezası aldı. İdamdan sonra Savcı tarafından cenazesi, babası Ali Güney'e teslim edilmek üzere Yüzbaşı Burhan Erdem'e verildi. Ancak cenaze, aileye teslim edilmedi, aradan geçen 27 yıla rağmen mezarı bulunamadı.

Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan (sol görüşlü) 25 Haziran 1981 İstanbul

5 Nolu blogcu denilen bir sitede şunlar yazılı: 1959 yılında Trabzon (Akçaabat) da orta halli bir ailenin çocuğu olarak doğan Ahmet Saner, İstanbul‘da liseliyken örgüte (mahkemelerde Marxist-Leninist Silahlı Propaganda Biriliği MLSPB ismi geçiyordu) katıldı. 1979 sonları ve 1980‘li yılların başlarına kadar bir çok silahlı eylemde yer alan Ahmet, parti ABD‘nin Türkiye‘deki ajanlarından Amerikalı subay Sam Novello ve CIA‘ya hizmet eden Ali Sabri Baytar’ın cezalandırılmasına karar verdiğinde 16 Nisan 1980‘de Kabataş Setüstü’nde yapılacak bu eylem için Hakkı Kolgu, Kadir Tandoğan ve Ahmet Saner görevlendirildi. Eylemden sonra kuşatmaya düştüklerinde, uzun kovalamacalar sonucu ikisi yaralı olmak üzere ele geçirildiler. Hakkı Kolgu kaldırıldığı hastanede gerekli bakım olmadığından şehit oldu. Ahmet ve Kadir ise tutuklandı ve askeri mahkemede idam cezasına çarptırıldılar. 25 Hazıran 1981‘de idam edildiler.

1958 yılında İstanbul‘da emekçi bir ailenin çocuğu olarak doğan Kadir, devrimci mücadele ile bir çok yoldaşı gibi, genç yaşlarda, liseliyken tanıştı. Bir çok silahlı eylem pratiği içerisinde pişen Kadir, 1979 yılı sonlarında Parti üyesi olarak yeni görevler üstlendi ve Şişli, Levent, Okmeydanı, Kasımpaşa vb. bölgelerinde çalışmalar yürüttü. 16 Nisan 1980‘de Amerikalı subay Sam Novello ve CIA için faaliyet gösteren Ali Sabri Baytar‘ın cezalandırılması eyleminde Ahmet Saner ve Hakkı Kolgu ile birlikte görevlendirilen Kadir, eylemden sonra, yoldaşları ile birlikte, çatışmayla yakalandı.

Mustafa Özenç (sol görüşlü) 20 Ağustos 1981 Adana

Devrimci Yol adını kullanan bir sitede şunlar yazılı: 1959 Samsun doğumlu Özenç Adana'da mühendislik eğitimi gördü. Devrimci Yol hareketinin aldığı karar uyarınca 12 Eylül'e karşı silahlı direniş başlatmak için bir grup arkadaşıyla kırsal alana çekildi. Tarsus Karabucak orman arazisinde çıkan çatışmada yakalandı. İlk gözaltına alındığı karakolda üstünde sakladığı silahını çekip çatışmaya girerek dört güvenlik görevlisini öldürdü ve daha sonra yapılan operasyonlarda yakalandı. 20 Ağustos 1981 de Adana Cezaevi'nde idam edildi.

İsmet Şahin (sağ görüşlü) 20 Ağustos 1981 İstanbul

Elbis denilen bir blogta şunlar yazılı: 12 Eylül'de bir sağdan bir soldan mantığı ile başlayan idamlar ülkücülerle yapılan bir anlaşma ile değişti. 18 solcu idam edilirken, ülkücülerden 9 kişi idam edildi. Anlaşma şuydu: Ülkücüler Ermeni Terörü ile mücadelede yardım edecekler, buna karşılık daha fazla idam yapılmayacak. Abdullah Çatlı ve arkadaşları bu anlaşma ile ülkücülerin daha fazla idam edilmesinin önüne geçtiler. 12 Eylül'den sonra idam edilen ülkücüler "şehit" olduğuna inandılar. İdam edilen 9 ülkücünün hepsi de idamdan önce Kuran'ı kerim ve Türk Bayrağı istemişler ve ne için öldüklerini böyle ifade etmişler... İsmet Şahin, Paşakapı Cezaevi'nde idam edildi.

10 Mart 2006 tarihli Haber Vitrin'de şunlar yazılı: Sağ görüşlü İsmet Şahin, idam edildiğinde 33 yaşında ve 6 çocuk sahibiydi. Kardeşi Ömer Şahin anlatıyor: "Bir gece Ayazağa'da bir çatışma oldu, bize baskın yapıldı. Yakalandığımız zaman 12 Eylül darbesi daha olmamıştı ama sıkıyönetim vardı. Onlar diyor ki "şu şu şu şunları yapmış", kafalarına göre de ceza veriyorlar. Ağabeyime askeri vurmaktan idam verdiler, yaralamayı da bana yüklediler, 35 sene verdiler. İdam cezası aldıktan belli bir süre sonra bizi ayırdılar." İsmet Şahin'in oğlu Ahmet Şahin ise babasını şöyle anlatıyor: "Babam cezaevine girdiği zaman 10 yaşındaydım. Tel örgülerden ellerimizi uzattırır, parmaklarımızı öperdi. 19'unun gecesi görüşme yaptık. Bana 'Benim oğlum ağlamaz’ demişti. Sabaha kadar fotoğrafına bakıp hiç ağlamadan durdum öylece. 20 yaşından sonra ağlamaya başladım." [5]

Sıkıyönetim komutanları

13 Mayıs 1971 tarihinde kabul edilen sıkıyönetim kanunu (Kanun Numarası: 1402) 19.09.1980 tarihinde değiştirilmiş 13. maddesinde şöyle der:

a) Sıkıyönetim ilan edilen bölgelerde, sıkıyönetim ilanına neden olan olaylara ilişkin suçları... sıkıyönetim ilanından en çok üç ay önce işlemiş olanlarla;
b) ... sıkıyönetim askeri mahkemelerinde bakılır.

Darbecilerin mantığına göre siyasi, sendikal ya da derneksel faaliyette bulunmuş herkes darbeden önce görülen yoğun şiddet olaylarından sorumlu olduğu için sadece askeri mahkemelerde yargılanmamalı idi, tutuklu olanları da askeri cezaevlerine koymak gerekirdi.

Zanlıların sorguları daha önce "uzmanlaşmış" emniyet müdürlüklerinin birinci şube elemanları[6] tarafından yapılsa da elde edilen ifadelerle dava açacak olan askeri savcılar olduğuna göre asker olmayan polis memurları ile sıkıyönetim idaresi arasında yoğun bir iletişim vardı. Yaşanan bir ihlal (örneğin gözaltında işkence sonucu ölüm olayı) ilk derece sorgu yapan memurlara atfedilirse de sonuçta o bölgede sorumlu olan sıkıyönetim komutanlara da yüklenebilir. Bu yüzden kim hangi illerden sorumlu sıkıyönetim komutanı olduğunu bilmekte fayda var.

Milli Güvelik Konseyi'nin 12 Eylül 1980 tarihli 2 numaralı bildirisine göre sıkıyönetim komutanların atanması şöyle:

  • 1'inci Ordu Komutanı Orgeneral Necdet ÜRUĞ, İstanbul ili Sıkıyönetim Komutanlığı'na,
  • 2'nci Ordu Komutanı Orgeneral Bedrettin DEMİREL, Konya, Niğde, Kayseri, Nevşehir, Yozgat illeri Sıkıyönetim Komutanlığı'na,
  • 3'üncü Ordu Komutanı Orgeneral Selahattin DEMİRCİOĞLU, Erzincan, Gümüşhane, Giresun, Trabzon, Rize, Ordu, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Samsun, Sinop illeri Sıkıyönetim Komutanlığı'na,
  • Ege Ordusu Komutanı Orgeneral Süreyya YÜKSEL, İzmir, Manisa, Aydın, Uşak, Denizli, Muğla, Isparta, Burdur, Antalya illeri Sıkıyönetim Komutanlığı'na,
  • Donanma Komutanı Koramiral Nejat SERİM, Kocaeli, Bursa, Bilecik, Sakarya, Bolu, Zonguldak illeri Sıkıyönetim Komutanlığı'na,
  • 2'nci Kolordu Komutanı Korgeneral Hüsnü ÇELENKLER, Çanakkale, Balıkesir illeri Sıkıyönetim Komutanlığı'na,
  • 4'üncü Kolordu Komutanı Korgeneral Recep O. ERGUN, Ankara, Çankırı, Kastamonu illeri Sıkıyönetim Komutanlığı'na,
  • 5'inci Kolordu Komutanı Korgeneral Adnan DOĞU, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne illeri Sıkıyönetim Komutanlığı'na,
  • 6'ncı Kolordu Komutanı Korgeneral Nevzat BÖLÜGİRAY, Adana, Mersin, Kahramanmaraş, Adıyaman, Gaziantep, Hatay illeri Sıkıyönetim Komutanlığı'na,
  • 7'nci Kolordu Komutanı Korgeneral Kemal YAMAK, Diyarbakır, Urfa, Mardin, Siirt, Hakkari,Van illeri Sıkıyönetim Komutanlığı'na,
  • 8'inci Kolordu Komutanı Korgeneral Sabri Deliç Elazığ, Malatya, Tunceli, Bingöl, Muş, Bitlis illeri Sıkıyönetim Komutanlığı'na,
  • 9'uncu Kolordu Komutanı Korgeneral Selahattin CAMBAZOĞLU, Erzurum, Ağrı, Kars, Artvin illeri Sıkıyönetim Komutanlığı'na,
  • 1'inci Taktik Hava Kuvvet Komutanı Korgeneral Tevfik ALPASLAN, Eskişehir, Kütahya, Afyon illeri Sıkıyönetim Komutanlığı'na,

atanmışlardır.[7]

Gözaltı süreleri

1980 öncesi ve sonrası Türkiye'de gözaltına alınmak dış dünyadan tecrit edilmiş şekilde (Latince'de buna incommunicado denir) çeşitli işkence yöntemleri altında sorgulanmak demekti. İşkencenin yoğunluğu sorgulayan ve sorgulanan kişilere bağlı olmakla beraber ise gözaltı sürelerinin uzunluğu ile de ilgilidir. 2002 yılında hazırladığım bir makalede "İşkence azaldı mı?" sorusuna yanıt ararken Türkiye'de yasal olan azami gözaltı sürelerine bir göz atmıştım. Buna göre

  • 17.09.1980 Sıkıyönetim ve olağanüstü halde azami olan 15 günlük gözaltı süresi 30 güne uzatıldı.
  • 07.11.1980 30 günlük gözaltı süresi 90 güne uzatıldı.
  • 05.09.1981 90 günlük gözaltı süresi 45 güne indirildi.
  • 30.05.1985 45 günlük gözaltı süresi 30 güne indirildi.
  • 17.06.1985 Olağan olarak idare edilen bölgelerde gözaltı süresi 15 güne indirildi.
  • 12.03.1997 DGM’lik "suç"larda azami gözaltı 7, OHAL’de 10 güne iner.
  • 06.02.2002 DGM’de gözaltı 4, OHAL’de 7 gün olarak yasalaşır

azami gözaltı sürelerinde değişiklik yapıldı.

Görüldüğü gibi darbeden 5 gün sonra MGK azamı gözaltı süresini 15 günden 30 güne (iki mislisine) ve iki ay sonra 30 günden (bir aydan) 90 güne (3 aya veya üç mislisine) uzatıldı.[8] 1982 Anayasasının 19'uncu maddesinde normal hallerde münferit suçlar için 48 saat, topluca iş­lenen suçlarda ise azami 15 gün olarak belirlenmişti. Ancak, bu sürelerin olağanüstü hal, sıkıyönetim ve savaş hallerinde uzatılabileceği aynı maddede hükme bağlanmıştı, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 128 inci maddesinde münferit suçlar için 48 saat, topluca işlenen suçlar için azamî 15 gün olarak belirlenmişti. Ancak 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununun 15inci maddesinin son fıkrasında da sıkıyönetim hallerindeki gö­zetim süresi önce azamî 90 güne kadar olan bu süre 2515 sayılı Kanunla 30 - 45 gün olarak yeniden belirlenmiş bulunmakta idi. 1 Mayıs 1985 tarihinde sunulan bir yasa tasarısı ile[9] 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununun 2515 sayılı Kanunla değişik 15 inci maddesinin son fıkrasındaki 30 günlük gözaltında bulundurma süresi 15 güne, 45 günlük azamî süre ise 30 güne indirilmişti.

Türkiye'de alışılagelen 15 günlük (2 hafta) gözaltı sürelerinde (12 Eylül öncesi ve 1982 Anayasası'nda siyasiler için "normal" ve incommunicado olan gözaltı süresi) klasik uygulama şöyle idi: ilk günlerde (normalde ilk haftada) yoğun işkence ile ikrar elde edilmesine çalışılırdı, işkence gören kişi ölmediyse geri kalan zamanda krem veya başka ilaçlarla yaraların iyileşmesi için bir zaman ayrılırdı.

İşkence ile öldürülen insanlar

12 Eylül ile birlikte sokakta öldürülen insan sayısı azalmakla beraber siyasi nedenle işlenen cinayetler farklı bir nitelik kazandı. Gözaltına alınıp işkence korkusundan kaçanlar vurulmaya başlandı (daha sonraki yıllarda "dur ihtarına uymayıp öldürülenler" denilecekti). Gene ilerideki yıllarda daha sık rastlayacağımız "örgüt evleri" diye tabir edilen yerlere baskın düzenleyen polis karşılaştıkları şiddet boyutuna bakmadan sağ yakalayabilecekleri militanları öldürmeyi tercih ettiler. Görüş ayrılığından ötürü cinayetler gittikçe azalmakla beraber gözaltında ve cezaevlerinde meydana gelen ölümlerde endişe verici bir artış yaşandı.

Darbeden sonra ilk yılda ölenler

ölüm nedeni rakam toplam
cezaevi 8
- açlık grevi 1
- ihmal 1
- intihar 3
- işkence 1
- belirsiz 2
gözaltında 94
- ihmal 4
- intihar 3
- işkence 87
kayıp 6
genel toplam 108

İşkenceli ölümlere genel bir bakış

Konu öncelikle uluslararası af örgütü gibi yurt dışında bulunan kuruluşlar tarafından dile getirildi ve artık sokakta değil karakollarda ölen insan sayısı hakkında iddia ve resmi yalanlar ortaya çıkmaya başladı. 16 Mart 1982 tarihinde Devlet Bakanı ve Hükümet sözcüsü Prof. Dr. İlhan Öztrak şöyle dedi: “İşkenceden öldüğü iddiasıyla Uluslar arası Af Örgütünce bize bildirilen 62 kişilik ilk listede yer alanlardan 60’ı hakkında yapılan tahkikat sonunda bunlardan 15 kişinin ölümlerinin işkence ile hiçbir ilgisi bulunmadığı, 15 kişi hakkında iddiaların doğru olduğu.... tespit edilmiştir.” 1989 yılına kadar devam eden yazışmalar sonucunda af örgütü Nisan 1989'da yayınladığı İşkence ve gözaltında ölümler başlıklı raporda yetkililer tarafından 40 ölüm olayı işkence kaynaklı olduğunu kabul ettiğini duyurdu. Bunun haricinde 7 olay için işkencecilere ceza verildiğini söyleyen örgüt toplam "47 ölüm olayı işkence kaynaklı olduğu kesinlik kazandı" tespitinde bulundu (bu olaylardan 9'u 12 Eylül öncesi meydana gelmişti). 1980'li yıllarda gözaltında kaybolan insanları işkence sonucu ölüm kategorisinde gösteren af örgütü hükümetle yaptığı yazışmalardan yedi kişinin gözaltında kaybolduğu sonucuna ulaştı.

Özel arşivimde, İHD ve TİHV'de bulunan verilerle yeniden düzenlenen listede Nisan 2012'deki geçici haliyle 12 Eylül 1980 ile 11 Eylül 1981 tarihleri arasında (darbeden sonraki yılda) gözaltında ölen 94 kişi için 87 ölüm doğrudan işkenceden kaynaklandığı, intihar olarak kabul edilen üç ölüm ise dolaylı olarak işkenceden kaynaklandığı ve geri kalan dört olay ise yaralı yakalanıp zamanında hastaneye yetiştirilmeyen (tedavi edilmeyen) insanlarla ilgili olduğu tespit edilebilir. Bundan başka 6 kişi gözaltında "kayboldu".

Aynı zaman içinde cezaevlerinde öldükleri bilinen sekiz kişi için birinin dövülerek öldürüldüğü, birinin açlık grevi sonucu ve üç kişinin intihar ettiğini kabul etmek gerekir. Geriye kalan üç kişi ise tıbbi ihmal ya da başka nedenle öldüğü tahmin edilir. Darbeden sonra ilk yıl için genel toplam ise şöyle:

  • Gözaltında ve cezaevlerinde 108 kişi öldü
  • "Kaybedilen" insanlarla beraber 94 kişi gördükleri işkence yüzünden hayatlarını kaybettiklerine dair ciddi iddialar var.

Yargısız infazlar

12 Eylül 1980 tarihinden sonra iddia edildiği gibi siyasi cinayetler bıçakla kesilir gibi durmadı. Sağ-sol ve sol içi cinayetler büyük ölçüde durdu belki, fakat güvenlik güçleri ile çatışarak (bazılar da teslim olmak yerine intihar ederek) yaşamlarını kaybeden örgüt üyeleri az değildi. Bu konuda verilen haberlerde insan hakları açısından gerekli olan ayrıntılar pek yoktu. Bir "terörist ölü olarak ele geçti" ise silah kullanmış mı, kullanmamış mı sorusu sorulmazdı. Kaçmaya çalışanlara ateş açıldıysa öldürmek maksadı var mı, yok mu idi, tartışılmıyordu.

Genel bir tablo verebilmek için Info-Türk'te sayı 61 (Kasım 1981) içinde 3 Ekim 1981 tarihli bir açıkladan bahsedilir. Buna göre bir yılda 533 kişi öldü. Kesin olmamakla beraber bu rakam ister çatışma ortamında, ister "kaçarken" vurulanlar, ya da örgüt militanlarınca öldürülen karşıt görüşlü insan ve/ya polis ve askerle sınırlıdır. "İçeride" (yani gözaltında veya cezaevlerinde) ölenle bu rakama dahil değil her halde. Hazırlanan listede 158 kişinin ismi yer alıyor. Çatışma esnasında ölen (ve listeye dahil edilmeyen) 42 kişi eklenirse, 533 ölümden sadece 200 hakkında biraz bilgi bulundu, bu da % 37,5'e denk düşüyor. Ayrıca birçok olay için tarih ve isimlerde yanlışlık olma olasılığı dışında ölüm nedenleri hakkında kesin bir kanaat oluşturmak zor. Listede yer alan bazı olaylara bu nedenle "belirsiz" dedik.

Genel toplam ise şöyle:

ölüm nedeni toplam
yargısız infaz 95
dur ihtarı 10
ev baskını 22
köy baskını 1
mayın 1
belirsiz 29
genel toplam 158

Öldürülenler arasında 13 polis memuru, 12 asker var. Geri kalan insanları "sivil" olarak kabul edilebilir. Olası failler arasında 26 olayda örgütlerin eylemleri var, yani birer "örgüt infazı" şüphesi yoğun. Öldürülen polis veya asker ise muhtemelen gene örgütler tarafından işlenmiş olabilir. Buna karşı dur ihtarına uymadı diye vurulanlar, ev baskınlarda vb, şekilde meydana gelen ölümlerden doğrudan kolluk kuvvetleri (polis, asker) ve zamanın sıkıyönetim komutanları sorumlu tutulabilir. Gözaltında veya cezaevlerinde meydana gelen ölümlerin hemen hemen hepsi gene devletin görevlendirdiği insanlar sorumlu sayılır.

Ölüm olayları hakkında ulaşılan bazı ayrıntılar

Çok uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen eskiden olmayan İnternet'in vermiş olduğu olanaklar ve özellikle 12 Eylül yargılamaları gündeme gelmesiyle birlikte doğal olmayan ve hemen 12 Eylül sonrası gerçekleşen ölüm olayları hakkında bazı ayrıntılar (iddia niteliğinde kalsa da) bulmak mümkün. Eski listeleri güncelleştirdiğimizde karşımıza çıkan bazı öyküler şunlar:

Ahmet Hilmi Fevzioğlu 2 Ekim 1980 Bursa "işkence"

Cemil Kırbayır 8 Ekim 1980 Kars "kayıp"

Sait Şimşek 26 Ekim 1980 Gaziantep "işkence"

Sait Şimşek PKK’li bir sabun işçisi idi. Nizip’te yakalanmıştı. İsmini kabul etmiyor ve örgütüne ait bilgiler vermiyordu. O zaman ben de Antep sorgu merkezinde işkence altındaydım. İsmini kabul etmeyince, çocuklarını ve karısını getirdiler... Sonbaharın son günleriydi. O gece Antep Sıkıyönetim Komutanı Tuğgeneral Ş.B. sorgu merkezine geldi. Konuşmaları duyuyordum. General, ismini bile kabul etmeyen bir örgüt üyesinin yaşamasının gerekmediğini söyledi. Sait Şimşek, duvara dayanmış ahşap bir merdivene ters asılmıştı. İnsan ayaklarından ters asılınca, süre dört beş saat oldu mu, kafaya hücum eden kan, burundan boşalır. Sait’in burnundan sürekli kan akıyordu. Sabaha yakın polisler, çay kaynattıkları piknik tüpünü Sait Şimşek’in başının altına getirip koydular. Konuşmazsa kafasını yakacaklarını söylediler. Sait konuşmadı ve o anda bütün hücreler yanık insan kokmaya başladı…
Sait’in bu şekilde öldürülmesinden bir yıl sonra bu cinayeti bir yolunu bulup, savcılığa ihbar ettim. İfadeye çağrıldım. Olayı gördüğüm gibi savcılıkta anlattım. Askerler beni götürüp günlerce işkence yaptılar. İfademi geri almam için zorladılar. Ben direttim. Fakat mahkeme Sait Şimşek olayını bir kaza ile kapattı. Çünkü ifadeye çağrılan işkenceci polisler, Sait’in ölümünü merdivenden kayıp düşmeye bağlamışlardı.

Sait Şimşek'in ölümü ile ilgili uluslararası af örgütü Türk hükümetinden bilgi isteyince 21 Aralık 1982 tarihinde alınan yanıta göre hiç gözaltına alınmamış. Af örgütü 10 Haziran 1988 tekrar sorduğunda 2 Mart 1989 tarihinde gelen resmi yanıtta "kaçmaya çalışırken düşmüş ve iç kanamadan Gaziantep'te ölmüş" denmişti.

İlhan Erdost 7 Kasım 1980 Mamak Askeri Cezaevi "işkence"

Cengiz Aksakal 12 Kasım 1980 Trabzon "işkence"

Hayrettin Eren 10 Aralık 1980 İstanbul "kayıp"

Mahmut Kaya 25.12.1980 Kars "kayıp"

  • TBMM inceleme komisyonu “CEMİL KIRBAYIR” RAPORU 2011 yılına ait olsa (350 sayfa), Mahmut Kaya'nın "kaybolması" ile ilgili bilgiler de var

Turan Sağlam 28.12.1980 Kars "işkence"

Yusuf Ali Erbay 10.02.1981 Adıyaman "işkence"
Halil Uluğ 16.03.1981 Adıyaman "işkence"
Abdullah Paksoylu 16.03.1981 Adıyaman "intihar"

Ali Ekber Yürek 25 Mayıs 1981 Afşin "işkence"

Fehmi Özarslan 21 Ağustos 1981 Maraş "işkence"

Ayrıntılı veriler

Hazırlanan listeleri görmek, kopyalamak ya da indirmek için Google Docs'da kamuya açık bir klasör oluşturuldu. Bu klasöre buradan erişebilirsiniz. Ek bilgi sunmak için ya da hatalı bilgileri düzeltmek isteyenler demokrat-tr (at) freenet.de adresine elektronik posta göndermeleri rica olunur.

Dipnotlar

  1. Bilgiler Belgenet sitesinden alınmıştır.
  2. ath tarafından Almanca olarak yazılmış bir dökümanda Necdet Adalı ile birlikte idam cezasına çarptırılmış Kemal Ergün ve Mustafa Pehlivanoğlu ile birlikte idam cezasına mahkum olmuş İsa Armağan firarda olduklarından ötürü idam edilmekten kurtuludular.
  3. ath tarafından Almanca olarak yazılmış bir dökümanda kahvede çıkan kavgada İGD'li olan Erdoğan Polat da ölmüştü. Mahkemede Serdar Soyergin Polat'i nefis müdafaa olarak öldürdüğünü kabul etmiş.
  4. ath tarafından Almanca olarak yazılmış bir dökümanda Cevdet Karakaş 11 Şubat 1980 tarihinde avukat Erdal Aslan'ı öldürmekten 9 Aralık 1980 tarihinde idam cezasına çarptırıldı. Askeri Yargıtay bu kararı 13 Nisan 1981 tarihinde onadı. İdam edildiğinde 21 yaşında olan Cevdet Karakaş'ın annesi ölmüş, babası Almanya'da idi. Cevdet Karakaş idam edildiği gün için MGK bir başka idam kararının infazı için karar vermişti. Ancak solcu olan Recep Sarıaslan'ı asmaya gerek yoktu, çünkü daha önce "ölü yakalanmıştı" (23 Eylül 1980 Malatya-Akçadağ).
  5. ath tarafından Almanca olarak yazılmış bir dökümanda şunlar yazılı: "Kardeşi ile birlikte cinayetten aranırken gözaltına alınmasına direnmişler ve bu esnada İsmet Şahin bir asker öldürdü, kardeşi ise birini yaralamaktan yargılandılar. 27 Ekim 1980 tarihinde İsmet Şahin'e idam cezası verildi. İdam cezası 29 Nisan 1981 tarihinde onandı.
  6. Siyasi şube denilen birinci şubeleri yerine bugün terörle mücadele şubeleri sıfatını taşıyor
  7. Buradaki bilgiler Belgenet sitesinden alınmıştır.
  8. Yasalarda belirtilen azami gözaltı sürelerine uyulmadığı gerçeğine burada değinmeye karar yok. Keyfi olan bu tür uygulamalar 12 Eylül öncesi de olduğu gibi (örnek olarak Devrimci İşçi dergisinde sayı 5'te cıkan bir yazıya bakınız) 12 Eylül sonrası da devam etti.
  9. Yasa tasarısı metni bu adreste bulunur.