Helmut Helmut Oberdiek * 18.9.1947 — † 27.4.2016
dictionary  HH'de oturan, HF'lu olan HO'nun kütüphanesi
Kitabım Wikim Sergim Arşivim Eklerim
01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 12 13 14

GİRİŞ

Türkiye'de yaygın bir edebiyat türü 12 Eylül'den sonra daha da yoğunluk kazandı. Eski generaller, askeri savcılar, hükümete yakın kaynaklardan bilgi alabilen gazeteciler, kısacası politik bir geçmişe sahip olduğunu düşünen bir çok kişi anılarını yayınlıyor. Böylece her halde tarihsel bir görev yerine getirdiklerini zannediyorlar. Hemen söyleyeyim: benim böyle bir iddiam yok. General değilim, Ecevit'i, Demirel'i, Özal'ı ya da başka devlet büyüklerini yakından tanımam, üstelik Türkiye'li değilim. Anadili Almanca olan Avrupa'nın sade bir vatandaşıyım.

Sıradan bir Avrupa'lı vatandaştan beni ayırdeden nokta belki Türkçe bilmemdir. Onu da Almanya'da yaşayan Türkiye'den gelen işçi, öğrenci ve mültecilere borçluyum. Ancak Türkçem hala hatasız değil. Başlangıçta Türkçe öğrenmemin tek amacı Almanca veya İnglizceyi iyi bilmeyen Türklerle anlaşabilmekti. Sorun, anlatmak istediklerimin anlaşılması idi. Kitabımdaki bozuk Türkçem için okuyucuların hoşgörülerine sığınırım. Anılarımı yazarken Kenan Evren gibi bir "ghostwriter" takımı, yani düşüncelerimi edebiyat haline getirecek, imla hatalarım ile yanlış ifadelerimi düzeltecek bir ekibim yoktu.

Sıradan bir Avrupa'lı olmama rağmen 4 yıl boyunca Türkiye'deki gelişmeleri özel bir yerden seyretme olanağım oldu. Kitabıma ilgi gösterilecekse her halde bu büyük ölçüde uluslararası af örgütündeki görevimden ötürü olacak. Yeryüzündeki hükümetlerin, ama özellikle Türkiye hükümetinin "baş belası" olarak kabul edilen bir örgütün sorumlularından birisi olmuş bir kişinin özgeçmişi ilginç olur mu, bilemem. Ancak daha önce yaptığım işler, kazandığım deneyimler anlatılmazsa, "uzman" ünvanına nasıl ulaştığım zor anlaşılır. "Düşman" olarak tanıtılan bir örgütte Türkiye sorumlusu olarak çalışan insanın "Türk dostu" olduğuna inanmak istemeyenler de olur mutlaka. Fakat insan hakları alanında, belirli bir ülkede yaşayanların hakkı için çalışanların o insanların "dostu" olmaları gerekir, oradaki iktidarların değil.

Türkiye'den Almanya'ya gelenler arasında ilk arkadaşımı tanıdığımda, 12 Mart'a çok az, 12 Eylül'e ise 10 yıl vardı. Türkiye'lilere yönelik ilk faaliyetim en kötü işlerde, en düşük ücretle çalıştırılan göçmen işçiler topluluğu içindeki bazı insanlara kişisel yardım biçiminde oldu. Daha sonra bu faaliyetler, Türkiye'de politik takibe uğrayan, cezaevine atılan insanların uğradığı haksızlıklara karşı yapılan etkinliklere katılmamla daha da genişledi. Tüm bu işleri yürütebilmek için sağlam bir emeklilik maaşı vaadeden öğretmenlik görevimden ayrıldım. Böylece Türkiye dışında ilk "1402'lik" olma şerefine sahip oldum.

Dernekçilik, yabancı işçiler ve mülteci sorunu etrafında yaşadığım öğrenme sürecinden yavaş yavaş evrensel insan hakları olarak ifade edilen ilkelerin önemini görmeye başladım. Her yer ve her insan için geçerli olması istenilen bu tür değerler mevcut uygulamalarla karşılaştırıldığında; belirli bir ülkede görülen aksaklıklara işaret eden kişi veya kuruluş, ister yerli veya yabancı olsun, o ülke yönetiminin "içişlerine karışmış" olamaz, çünkü her yerde aynı kıstaslar geçerlidir. Bu yüzden, eleştiri yapabilmem için önce Türk vatandaşlığına geçmem gerekir diye bir koşul aranmamalı. Ayrıca, Türkiye'de asıl haberlerin hala BBC radyosundan alındığı bir dönemde, cezaevlerindekilerin sesi pek duyulmazken, sendikalar ve dernekler susturulmuşken ve bütün toplumun tek bir kişinin icraatını izlemek zorunda bırakıldığı bir zamanda bir yabancının söyliyeceği şeyler vardır sanıyorum.

Kitabım bilimsel bir araştırma değil. Çok az yorum ile siyasi değerlendirme içermektedir. Bazı kişiler bunu "12 Eylül, yabancıları apolitikleştirmede bile başarılı oldu" diye yorumluyabilirler. Fakat darbelerin haksızlığı Türkiye'de çok anlatıldığı için bu görüşleri tekrar etmeye gerek görmedim.

Yabancıların görüşleri Türkiye'de her zaman büyük bir dikkatle izlenmiştir. Bu sadece askeri ve ekonomik yardımların kesilebileceği endişesinden değil, düşünsel değerlerin büyük bir bölümünün makina parçası gibi yurtdışından ithal etme geleneğinden kaynaklanıyor olmalı. Benim amacım akıl satmak değil, günlük politika yapma iddiam da yok. Yazılarımdan ötürü yardımlar kesilmiyecek, Avrupa Topluluğu'na girişe karşı engel çıkmıyacaktır, çünkü ben o tür mercilerde karar veren insan değilim. Karar veren kişileri etkileme niyetim de yok (aksi takdirde kitabımı başka bir dilde yazardım her halde).

Bunun dışında "turizm boykotu" gibi tabandan gelecek eylem türleri de önermiyorum. Yabancıların Türkiye'ye gitmelerinden yanayım. Durumu yerinde görsünler ve öğrendiklerini Türkiye içinde ve dışındaki insanlarla paylaşsınlar. Ben de sık sık ikinci vatanıma gidip hasret gidermek istiyorum, düşüncelerimi saklamadan tabii. Türkiye'de bu konuda dikkatli olmak gerektiğini biliyorum. Örneğin Türk Ceza Yasası'nın 142'inci maddesini ihlal etmem söz konusu olabilir. Fakat akademik kitap yazmadığıma göre "bilimsel sosyalizm" ya da "proletarya diktatörlüğü" dememe gerek yok. Kürtçe konuşan insanların yoğun olarak yaşadıkları bölgeye Güneydoğu Anadolu diyerek, anlattıklarımın özünden bir şey kaybetmeden 142/3'den de sıyrılırım her halde.

Diğer ceza maddelerinden oldukça rahatım. 140'dan dava açılamayacak. Çünkü T.C. vatandaşı değilim. 141 de işlemez, çünkü herhangi bir örgüte üyeliğim söz konusu değil. Gerçi Türkiye'de mahkemelerin işi belli olmaz; legal partiler, sendikalar ve dernekler bile illegal örgüt sayıldıktan sonra, uluslararası kuruluşlarda çalıştığım için "yasadışı örgüt üyesi" olarak suçlanırsam bu büyük bir sürpriz sayılmaz. (#)

Bunun dışında bir kaç ceza maddesi daha var. Herhangi bir avukata danışmama gerek kalmadan inşallah bunlara da takılmam. 158 ve 159'dan kurtulurum her halde, çünkü iktidara "faşist" deme niyetim yok. İşler aksi giderse, belki 311 ya da 312'den dava açılabilir. Kimseyi suça teşvik etmeyi düşünmem, ama Türkiye'de henüz neyin suç ve neyin hak olduğuna karar verilmediği için iki satır yazı yazmaktan ötürü her an için sanık sandalyesine düşme tehlikesi var. Neyse, o kadarını göze alacağım artık.

* * * * *

İkinci dünya(yı paylaşma) savaşı'ndan dört yıl sonra Almanya'nın bir köyünde mobilya fabrikasında işçi olarak çalışan bir baba, annemle birlikte 3 dönümlük tarlada tarımsal faaliyette bulunan, damarlarında gayrı-Alman kanı olmayan bir çiftin üçüncü (ve son) çocuğu olarak dünyaya geldim. 68 kuşağına yetişemedim, çünkü ancak 1970 yılında üniversiteye başladım. Farklı uyruğum nedeniyle 1970'lerde Türkiye'de gelişen muhalefet hareketine de doğal olarak dahil olamadım.

Kitabımda şimdiye dek yaşamımın yarısı sayılan 20 yıllık bir zaman dilimi anlatmaya çalışacağım. Kitabıma önce "10 yıl önce - 10 yıl sonra" adını vermeye düşündüysem de, daha sonra her bir şeyin "dışında" kaldığım için "dışarıdakiler" adını daha uygun gördüm. Belge Yayınları tarafından 5 yıldır çıkartılan "Yeni Sesler Dizisi" içinde daha çok "içeridekiler" in seslerine yer verilmişken, bu kez tamamen "dışarıda" olan birinin farklı bir sesini dile getirerek diziye ayrı bir boyut kazandırmak istedim.

Anlatılan 20 yıllık zaman içinde asıl darbenin hazırlığı sayılan 12 Mart dönemi yaşandı. O zaman politikadan pek haberim yoktu. 20 yılın ilk yarısında Almanya'ya "misafir" gelen göçmenlerin (yani başka bir biçimde dışarıda olanların) misafiri olarak toplumsal sorunlara daha çok kişisel bir çaba ile sahip çıktım. Dönmüş olanların ya da memlekette tatilini geçiren arkadaşlarımın yanında Türkiye'nin dört bir yanında konuk olup, o yörenin sorunlarını da hep aşağıdan bakarak kavramaya başladım.

Kökenim, deneyim ve az da olsa teorik bilgilerimle kimlerin yanında yer alacağım sorusunu sormama gerek yoktu. 12 Eylül'den sonra taraf seçmem, sorun değildi. Bütün bir toplumu değiştirme iddiasında olan bir rejim, yüzbinlerce insanı işkence altında sorgulayan, binlerce ölü ve sakat yaratan polis devleti, benim gibi bir yabancının da yaşamını değiştirmeyi başardı.

Hep alttakilerin yanında olduğum için yükseklerde olan insanlarla fazla ilişkilerim olmadı. Görevimden ötürü gerçi bakanlar da dahil olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin değişik kademelerinde görev almış yöneticiler ile de karşılaştım. Kasım 1987 seçiminde ANAP milletvekili olarak meclise giren eski Ankara Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun bunlardan sadece bir tanesidir. Asıl tanıştığım ünlüler ama, devlet büyükleri değil, Aziz Nesin, Uğur Mumcu, Tarık Akan gibi tanınmış yazar ve sanatçılardır.

Arkadaşlığımın geliştiği başka "ünlüler" de var. Emil Galip Sandalcı, Nevzat Helvacı, Cüneyt Canver ve Erbil Tuşalp bunlardan sadece bir kaç tanesidir. Gene de en çok ilişkilerim her zaman sıradan vatandaşlar ile oldu. Mehmet'ler, Mustafa'lar, Ayşe'ler ve Fatma'lar beni belki tüm ünlülerden daha çok etkilediler. Benim için sade vatandaş olan bazıları, gösterdikleri muhalefet çabalarından ötürü Türkiye'de belirli bir üne de kavuştular. Mamak cezaevinden kaçtıktan 10 yıl sonra Almanya'da kod adından vazgeçen Taner ve bir Karadeniz lokantasında çok az sohbet edebildiğim Terzi Fikri böyle arkadaşlarımdan sayılırlar.

Fikri ile bir daha konuşamıyacağım. Bunu 12 Eylül'ün icraatına borçluyum. Kalbi, cezaevi koşullarına dayanamadı. Kitabımda anlattığım 20 yıl içinde ölen başka arkadaşlarım da var. Bulgaristan'dan gelip İzmir'e yerleşen Rasim arkadaş Almanya'da yakalandığı kanserden, tüm çabalarımıza rağmen kurtulamadı. Malatya'lı Memet kesin dönüş yaptıktan kısa bir süre sonra bir trafik kazasına kurban gitti. Kürt asıllı arkadaşım Kürşat bir Kürt örgütünün kurşunları ile öldürüldü.

1950'lerde Parkinson hastalığına yakalanan, felçten kurtulma ümidini hiç bırakmayan pederim bu 20 yılın ortasında gözlerini temelli yumdu. Umut dolusu olmasını istediğim anılarımı, bahsedilen zaman diliminde yaşam mücadelesine yenik düşen arkadaşlara armağan edeceğim. Kitabın geliri ise devlet eliyle sakat bırakılan insanların iyileşmesi için uğraşan Türkiye İnsan Hakları Vakfı'na bırakıyorum.

# Kitabım yayına hazırlandığı günlerde, 12 Nisan 1991 tarihinde çıkarılan "Terörle Mücadele Yasası" ile sözünü ettiğim maddeler yürürlükten kalktı. Getirilen yeniliklerin değerlendirilmesi için kitabımın SONSÖZ kısmına bakınız lütfen.


Geri
İçindekiler
İleri

- Site Haritasi - Impressum