|
||||||||||||||
| ||||||||||||||
DIŞARIDAKİLERTürkiye'deki gelişmeleri Türkiye'de
olanlar belirleyecek. 12 Eylül sonrası yurtdışına sığınmak zorunda kalan
kimi örgüt lider ve militanları genel olarak bu fikre katılsalar da, pratikte
hala yurtdışında bir takım teoriler üreterek memlekette kalanlara akıl
vermeye çalışanlara rastlanmıyor değil.
Şüphesiz "yürekleriyle" memlekette olan işçi, öğrenci, mülteci veya başka bir konumla Avrupa'da olan Türkiye'liler her zaman "memleketin halini" merak edeceklerdir. İster BBC olsun, ister Alman WDR IV radyosu tarafından yapılan Türkçe yayınlar olsun, ister Türkiye'den gelen ya da Frankfurt'ta basılan Türkçe gazeteler, hatta Türkiye'de yasadışı olup Avrupa'da değişik isimler altında dernek halinde bulunan siyasetlerin yayınları olsun her zaman merak konusu olmaya devam edecektir. Ancak yurt"dışındakiler"e oy hakkı verilmediği için de, uzaktan bakıp örneğin madencilerin grevlerini, öğrencilerin boykotlarını, Kürt intifadasında yola dökülen çocuk ve kadınların eylemlerini dışarıdan yönlendirmenin şansı yok gibidir. Grevdekilere yardımlar toplanır, belirli dayanışma gösterileri olur, fakat bundan öteye gidilemez. İnsan hakları konusunda yeryüzünde duyarlılık her geçen gün artmaktadır. İktidar hevesini bir yana bırakıp, evrensel ilkeler temelinde yöneticilerin keyfi uygulamalarına karşı çıkan insanlar salt kendilerine yapılan haksızlıklara karşı değil, başka ülkelerde yaşayan insanların haklarına da sahip çıktıkları için "ne hükümetlerin keyfine kalmış içişlerine karışmış ne de orada yaşayanların yazgısını belirlemiş olurlar". Aynı ilkelerin yeryüzünde gerçekleştirilmesini isteyen insanlar ancak "içeride" ve "dışarıda" bu konuda mücadele ederlerse belirli düzeltmeleri sağlayabileceklerdir. "İçeridekilerin" görevi daha zor tabii, çünkü orada bu mücadeleyi sürdürenler, her gün insan hakları ihlallerinin pratik sonuçları ile, yani iktidarın doğrudan baskısıyla karşılaşabilir. "Dışarıdan" gelen eleştirilere karşı iktidar ancak sözlü saldırılar düzenleyebilir. Bugüne dek Türkiye'de gelmiş ve geçmiş iktidarlar, maruz kaldıkları eleştirileri kasıtlı olarak hep yanlış yorumlamışlardır. 30 Nisan 1981 tarihinde Erzincan'da konuşan MGK Başkanı Orgeneral Kenan Evren bir kez daha "İşkencenin karşısında olan Af Örgütü 12 Eylül öncesinde neredeydi?" diye sordu (Hasan Cemal. Tank Sesiyle Uyanmak. İstanbul Ekim 1986. s. 276) Genelkurmay Başkanı her halde bir yıl önce gazetelerde yer alan haberleri unutmuştu. 9 Haziran 1980 tarihinde Türk gazetelerinde yayınlanan bir Aİ raporunda "Türkiye'de işkence yaygın hale gelip sistemli olarak uygulanmaktadır...bazı olaylar ölüm ile sonuçlanmaktadır." denmekteydi. Buna karşı dönemin Başbakanı Süleyman Demirel 20 Haziran 1980 tarihinde "uluslararası af örgütü veya yurtdışında olan diğer komünisterlerin işkence hakkında söyledikleri beni bağlamaz" şeklinde yanıt veriyordu. Haklı eleştirilere değinmemek için karşı tarafı karalamak her zaman tercih edilen bir yöntemdir. 16 Haziran 1980 tarihinde yapılan sıkıyönetim koordinasyon toplantısında Emniyet Genel Müdürü Turan Şener şöyle konuşuyordu: "Antalya'da Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Siyasi İşler Komisyonu terörizm konusunu inceledi. Bendeniz verilen emir üzerine bu toplantıya katıldım. Maruz bırakıldığım sorular emirleriniz üzerine düzenlenen bir brifingte sözünü ettiğimiz master planın varlığına beni iyice kâni etti. Özellikle bu komisyonun komünist üyelerinin bana yönelttiği sorular, siyasi suçlulara kötü muamele, işkence ve faşist provokasyonu gibi üç ana noktada toplanmakta idi. Uluslararası Af örgütü ve ülkemizde yazılan bazı makaleler, sorulara temel dayanak yapılmakta idi. Ve demokrasilerin burada şeytani bir çember içine alındığını bir kez daha müşahade ettim. Bu master planın bir uygulamasının ülkemiz üzerinde olduğu kanısı bende iyice kuvvetlendi." (Kenan Evren'in Anıları. İstanbul Kasım 1990. s. 453) Turan Şener acaba "bendeniz, emirleriniz gereğince Türkiye'yi yıkmak isteyen komünist çevrelerin master planına inandım" mı demek istiyordu, yoksa insan hakları konusunda kötü bir uygulamaya parmak basıldığı için sorulan sorulara yanıt mı verememişti? "Bendenizin komutanı" 12 Eylül 1981 tarihinde radyo ve televizyonda yaptığı konuşmasında bu "master planı" bir kez daha halka izah etti. "İç terör odaklarının dış uzantıların amacı, hiç şüphesiz devletimizi dost ve müteffik ülkelerle bağlı bulunduğumuz paktlardan ayırmak, bazı kendilerine demokratik kitle örgütleri dedikleri yıkıcı kuruluşlar vasıtasıyla ülkemiz üzerinde baskı kurmaktır. "Bu amacın gerçekleşmesi için, kısıtlamalar, gözaltı ve tutuklanmalar ile güvenlik kuvvetlerinin tutumu ve davranışları alabildiğine tahrik edilerek Türkiye ve yeni yönetim aleyhinde yoğun bir propaganda sürdürülmüştür. "Dışarıya kaçan vatan hainleri güdümünde yapılan bu menfi propagandanın amacı, terör odaklarına karşı çok başarılı bir mücadele veren güvenlik güçlerini etkisiz hale getirmek, yönetimi dünya kamuoyuna kötülemektir." (12 Eylül. Öncesi ve Sonrası. Ankara Aralık 1981. s. 296) Bu konuşmada insan hakları mücadelesi veren kişilerin seçebilecekleri bir takım "ünvan" var: "terör odağı", "yıkıcı kuruluş" veya "vatan haini". İfade edilen eleştirilerin haklılığına değinmeyen asıl karalama çabaları ile uluslararası sözleşmeleri görmezlikten gelerek karşı tarafta salt art niyet arayarak yöneticiler kötü uygulamalarını saklamaya çalışıyorlar. Kasım 1987 tarihinde ikinci kez TBMM'de büyük çoğunluğu elde eden ANAP iktidarı, askeri yöneticiler kadar adi saldırılar düzenlemiyor; fakat aynı zihniyet devam ediyor. Aİ'de Türkiye sorumlusu olarak, bana Londra Türk Büyükelçiliği'nden 14 Mayıs 1990 tarihinde gönderilen bir mektupta şu satırları okumak mümkündü: Uluslararası Af Örgütü tarafından Mayıs 1990 tarihinde yayınlanan 'Turkey: Continuing Violations of Human Rights' [Türkiye'de Devam Eden İnsan Hakları İhlalleri] başlıklı bir rapor hakkındaki yetkili Türk makamlarının mütalâasını içeren bir Notun metni aşağıdaki gibidir... "UAÖ'nün, elinde yeni malzeme olmadan bu kadar kısa aralıklarla yeni bir rapor yayınlanmasını [ondan önceki rapor Ekim 1989 tarihinde yayınlanmıştı], Türkiye'ye karşı yürüttüğü, özellikle Haziran'da Kopenhag'da toplanacak AGİK İnsan Hakları Konferansı'ndan önce Türkiye aleyhinde bir ortam hazırlamak istemiyle açıklamak mümkündür. Hatırlanacağı gibi, AT Komisyonu Türkiye ile ilgili raporunu açıklamadan önce de UAÖ benzer bir Türkiye raporu yayınlamıştı." 7 Kasım 1989 tarihinde benzer bir yorum "uluslararası af örgütünün 1989 yılı raporu hakkında Dışişleri Bakanlığı sözcüsü tarafından basına verilen beyanat" olarak bildirildi: "UAÖ'nün yıllık raporu dışında, Türkiye ile ilgili olarak ayrı bir rapor yayınlamaya ihtiyaç duymasını anlamak güçtür. Ancak, UAÖ raporunun zamanlaması bu raporun altında yatan niyetlere de ışık tutmaktadır. UAÖ raporunun, AT Komisyonunun Türkiye ile ilgili raporunun yayınlanmasının hemen arifesinde ve Avrupa Parlamentosu Siyasi Komisyonu İnsan Hakları Alt Komitesinin 7 Kasım'daki toplantısından önce yayınlanması dikkat çekicidir." Bu satırlarda Aİ "dış mihrak", "vatan hainlerin güdümünde olan yıkıcı bir kuruluş" olarak suçlanmıyor, ancak hala "master plan" peşinde olmakla, Türkiye'ye karşı art niyetle, önyargılı davranmakla itham ediliyordu. Buna rağmen her iki raporda (Ekim 1989 ve Mayıs 1990) yer alan işkence iddialarına ilişkin, bazı doktor raporlarını da ekleyerek, yetkililer geniş bilgi vermeye çalıştılar (düşünce suçu konusunda değil maalesef). Bu anlamda 10 yıl önce verilen resmi yanıtlara nazaren şüphesiz bir gelişme vardı. Aİ'nin niyeti hakkında yürütülen tahminlerin, gerçekten ne kadar uzak olduğunu, itham edilen yerde 4 yıl çalışarak, gülümseyerek "müşahade ettim". Aİ'nin yayınladığı raporlar araştırma bölümünde yazılıyor. Ancak yıllık rapor gibi önemli raporlar basın ve yayın kısmında, aynı uslubun kullanılması için bazı "düzeltmelere" uğruyor. Tek tek ülkeler için ayrılan yıllık rapor bölümlerinin ilk tasarısı araştırma dairesinde yıl başından hemen sonra yazılır (zaten bir önceki yılın 12 ayını kapsar). Ondan sonra araştırmacılar yıllık raporu ile ilgilenmezler. Ancak bir takım teknik işlerin Aİ'de çok "hantal" yürümesinden ötürü (raporun çevrilmesi gibi) bölümlerin yazılmasından 10 ay sonra yayınlanır. O zaman zarfında tek tek ülkeler hakkında elde edilen yeni bilgiler başka bir raporun yazılmasını gerekli kılarsa (örneğin çok yoğun işkence iddiaları gelirse, idam konusunda endişe verici olaylar olursa ya da Çin'de olduğu gibi barışçıl gösterilerden sonra bir çok düşünce suçlusu tutuklanırsa) elbette yayınlanır. Aİ'nin aynı "hantallığı"nı Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) konusunda gözlemlemek mümkün. Yıllarca faaliyette olan bu organ yoğun bir insan hakları programına sahip olmasına rağmen Aİ'nin hukuk bürosu (Legal and İnter-Governmental Organizations Office) bu tür toplantılara Aİ'nin katkısı ne olabileceği konusunda Ağustos 1990'a kadar herhangi bir görüş geliştirememişti. Dolayısıyla araştırma bölümü de bundan habersiz olduğu için bu toplantılara herhangi bir rapor hazırlayamadı. Bu nedenle AGİK'e özel rapor hazırlandığı gerçekten gülünç bir iddiadır. Tüm bunlar Aİ'de, onda olmayan bir gücün varolduğuna inanma isteğinden kaynaklanıyor. 150 ülkede üyesi bulunan ve 50'ye yakın ülkede şubesi bulunan bir kuruluşun elbette bir çok gelişmelerden haberdar olur. Çalışmasını insan hakları konusunda, yani belirli bir alanda sınırlı tuttuğu için, sadece ona ilişkin yasal düzenlemeleri etkileyebilecek girişimlerde bulunur ve gerektiğinde hükümet veya meclis üyelerini doğru ya da dolaylı olarak ikna etmeye çalışır. İlgi alanına girmediği için bir ülkenin dış politikası hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olmak için çaba sarfetmez. Örneğin Türkiye 1989 yılını AT'na girmek için "atılım yılı" olarak seçtiğinden haberimiz yoktu. Aİ üyelik temelinde örgütlendiği için her zaman kişisel girişimler ön planda tutulur. Bünyesinde toplanmış insanların ortak özelliği başka bir yerde "içeride" olan insanlarla ilgilenmek olarak tarife edilebilir. Bir çokları temelde "acıma duygusu"ndan hareket eder. Ben Aİ üyesi değilim. Bu nedenle grup toplantılarında neler konuşulduğunu bilmiyorum, ama bana gelen müracaatlardan bildiğim kadarıyla, hatta asistanım da dahil olmak üzere Aİ üyeleri daha çok "içeride" olan tek tek insanları düşünürler. Aİ üyeleri hep "üşümemek için kazağı var mı acaba?" ya da "çocuklarını görebiliyor mu?", "eşi ile nasıl geçiniyor?" gibi son derece şahsi meseleleri ön planda tutarlar. Yani birinci elden, son derece insani motiflerdir onları harekete geçiren. Dolayısıyla üyeler için, tek tek kişiler hakkındaki ayrıntılı bilgiler (ailevi durumu, fotografı vs.) bir ülke hakkındaki genel bilgilerden çok daha önemlidir. Fertler için yapılan girişimler kamuoyunda pek görülmez, fakat Aİ'nin asıl çalışma konusunu teşkil eder. Bir ülkeden gelen dosya sayısı (işkence gören, idam edilebilecek ya da düşüncesinden ötürü "içeride" olanlar hakkında) çok kabarıksa ancak genel bir kampanya düşünülür ve söz konusu ülkenin siyaseti hakkında, olsa olsa değişiklik yapacak güçte bir iktidar var mıdır diye ilgilenilir. Türkiye'den gelen dostlarım insan haklarına daha çok bağlı bulundukları örgüt açısından yaklaşıyorlar. Burada dahi bir ayırıma gittikleri oluyor. En fazla örgüt liderlerini düşünerek "acaba ne kadar ceza alırlar?" gibi sorular temelinde yaklaşıyorlar. "Yoldaşlarının" iyi olmasını isterler. Kişisel dostluk bağları da hareket ettirici olabiliyor, ama temelde burada da siyasi bir yakınlık belirleyici oluyor. Siyasi amaçla "içeride" veya "dışarıda" yapılan eylemlerle yoldaşlarına destek olmaya çalışıyorlar. Gündemlerini genellikle arkadaşlarının yargılandığı dava aşamalarına göre belirliyorlar. Bu yüzden genel bir insan hakları perspektifinden uzaktırlar. "Dışarıdakiler"den bahsederken önce "içeride" yakını olanlardan söz etmek gerekir: anneler, eşler, kardeşler hepimizden önce "içeridekiler"e sahip çıktılar. Burada belirli bir duygusallık söz konusudur ve bu sayede bu insanlar "içeridekiler"in sorununu "dışarıya" aktarmada önemli bir görev yerine getirdiler. Benim duygusal veya örgütsel bir yakınlığım söz konusu değil. Türkiye'de iktidarın adı "askeri" veyahut "tutucu" olmasaydı da, "sosyalist" bir etiket kullansaydı ve aynı ihlaller söz konusu olsaydı, çalışmam açısından herhangi bir şey değişmezdi. Türkiye'den bir çok arkadaşım var. Özellikle yurt"dışındakiler"le bir yakınlığım söz konusudur. Onlar "dışarının da dışarısında"dırlar. Kaygılarını belirli ölçülerde paylaşan biri olarak kendimi "dışarının dışarısında" olanlara yakın hissediyorum. Bazılarından farklı olarak Türkiye'ye gitmemde herhangi bir engel olmadığı için gittikçe vatanlarını daha iyi kavramaya başladım diyebilirim. Aİ'de Türkiye sorumlusu olarak çalışmayı kabul ederken, Almanya'daki mülteci arkadaşlarımın rahat bir şekilde, işkence görmeden, hapse atılmadan memleketlerine dönüş koşullarının yaratılmasına katkım olabilir ümidini taşıyordum. Uluslararası Af Örgütünün bunun için yeterli olamıyacağını biliyordum. Bir kez programında "genel af" diye bir gündem maddesi yoktur. Askeri mahkemelerde haksız cezaya çarptırılmış siyasi hükümlüler yeniden yargılansın diyebiliyordu, idam kalksın da diyebilirdi, ancak "tüm siyasiler serbest bırakılsın" diyemezdi. Aİ raporları ile geniş kamuoyuna sunulan insan hakları tablosunu gören akıllı bir politikacı belki en kolay çözüm olarak genel af ilan edilmesini isteyebilirdi, ancak 1982 Anayasası'na konulan 84'üncü maddesine göre "siyasiler"in aftan yaralanmaları mucize sayılırdı. Kısacası Aİ'nin ve etkileyebileceği siyasi çevrelerin buna gücü yetmezdi. Bu tür çözümler, ancak Türkiye'de geniş bir muhalefet hareketi ile gerçekleşebilir. 4 yıllık çalışmamda duygusallığa pek yer bırakmadan evrensel ilkeler temelinde "içeride"kilere insani yaşam koşulları aradım, işkence, kötü muamele ve idama son verilmesi için çaba harcadım. Özellikle "siyasi suç" kavramında farklı bir yaklaşım, mümkün olduğu kadar az cezaları ile toplumsal barışın sağlanacağını dair ümidimi henüz kaybetmedim. Yurtdışında ve Türkiye'de "içeridekiler"in uğradığı haksızlıklara karşı önemli girişimler oldu ve içeridekilerin yaşam koşullarında nispi bir düzelme görüldü. Ancak 12 Eylül'ün 11'inci yıldönümünde bile hala, daha az insanın "içeriye" düştüğü, karakollarda işkence yapılmadığı ve mahkemelerin cinayet kararı vermediği bir ortamdan ne yazık ki hala çok uzağız.
|
||||||||||||||
- Site Haritasi - Impressum |