Helmut Helmut Oberdiek * 18.9.1947 — † 27.4.2016
dictionary  HH'de oturan, HF'lu olan HO'nun kütüphanesi
Kitabım Wikim Sergim Arşivim Eklerim
01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 12 13 14

ALTERNATIVE TÜRKEIHILFE (ATH)

Alternatif Türkiye Yardımı

12 Eylül askeri darbesinin NATO müteffiklerinin onayı ile, hatta ABD'nin güdümünde yapıldığından fazla şüphe duymaya gerek yoktur. Türkiye uzmanı Paul Henze, tiyatro izleyen ABD başkanına darbe haberini "our boys have done it" (delikanlılarımız "işi" bitirdiler) şeklinde vermesi ve Bavyera radyosunda darbenin haberi TRT'den önce yayınlanması bu konuda ufak da olsa, anlamlı ipuçları vermektedir.
NATO'nun güneydoğu kanadı olan Türkiye, Batılı ülkeler için büyük bir öneme sahiptir. İran Şah'ının devrilmesinden sonra Orta Doğu'da önemli bir müteffiğini kaybeden ABD, Sovyetler Birliği'ni "gözetleyebilmek için" Türkiye'deki üsleri kullanmak zorunda idi. Bunlar aynı zaman petrol kaynaklarının bulunduğu Arap ülkelerine karşı olası bir askeri müdahalede bulunacak "NATO'nun Çevik Kuvveti"ne köprü görevini görecekti.
Körfez Savaşı'nın başlamasından 10 yıl önce NATO'da Türkiye'yi temsil eden General İhsan Gürkhan'ın sözleri 1991 yılına işaret eder gibiydi:
"NATO'nun güney kanadı bir taraftan Batı Avrupa ile diğer taraftan Afrika ile ortak sınırları olan Orta Doğu ile yakın ilişki halindedir. Tüm dünya için önemli olabilecek 'emek sepetleri' olarak Orta Doğu ile Afrika, NATO için en önemli enerji ve hammadde kaynaklarıdır. Orta Doğu ülkeleri ve Afrika'nın Akdeniz ülkeleri dünyaya en fazla petrol satan ülkelerdir. Türkiye sadece Doğu ile Batı arasında değil, aynı zamanda lüks içinde yaşayan Kuzey ile geliştirilmesi gereken Güney arasında da köprü görevini görmektedir. Daha da önemlisi, bilinen en büyük petrol yatakları hemen sınırların ötesindedir."(Alternative Türkeihilfe [ATH]. Militärs an der Macht (Askerler İktidarda). Herford Ağustos 1983, s. 2. Jürgen Roth'un makalesinden)
Böylesi bir öneme sahip olan bir ülkede, gelişmiş sanayi (kapitalist) ülkeleri zayıf bir yönetim ya da istikrarsız bir ortam görmek istemezler. Bu yüzden Türkiye'ye, NATO'ya girmeden önce de büyük çapta yardımlar yapılmıştır. Askeri baskı rejimleri ve demokratik muhalefeti tanımayan yönetimler Batılılarca desteklenmişti. 1980'li yılların başında Hamburg Üniversitesi'nde Barış ve Koruma Politikaları Araştırma Enstitüsünde "Türkiye ve NATO" hakkında yaptığı bir incelemede Volker Böge şu tespitlerde bulunuyordu:
"Türkiye'nin mevcut siyasi gelişmesini şu anda yönlendiren elitler rakipsiz olarak ülkeyi idare ettikleri müddetçe askeri birliğin içinde bulunan Kuzey-Güney çelişkisine rağmen Türkiye-NATO ilişkisi kopma noktasına gelmez, çünkü sadece ve birincil olarak Sovyetler Birliği'nin tehdidinden ötürü değil, özellikle iç politikadaki egemenliklerini korumak ve sadece Batı ile yakın işbirliği halinde gerçekleşecek olan ülkenin ekonomik ve toplumsal gelişmesi hakkında tasarladıkları projelerin hayata geçirilmesi için monopolların Türkiye'deki köprü taşları olarak NATO üyeliği ve Batıya entegrasyonundan [elitlerin] de çıkarları vardır.  Bu elitler, kendiler tarafından yönetilen bir Türkiye, metropolların desteği ile ve onlara bağlı olarak bölgede siyasi ve gerektiğinde askeri bir düzen sağlama işlevini üstlenecek bir alt metropol haline gelebileceğini açıkça hesaplamaktadırlar." (ATH. a.g.e., s. 3)
ABD tarafından en fazla askeri yardım alan İsrail ve Mısır'dan sonra (onlar da Orta Doğu'da NATO için vazgeçilmez üsler durumunda) Türkiye üçüncü sırada yer almakta idi. Federal Almanya, ABD kadar destek vermemekle birlikte, NATO içinde Türkiye'nin en önemli müteffiği sayılır. "Sam amca" uzaktan sağlayamadığı denetimi "Hans abi"ye devretmiş gibidir.
1970'li yılların sonunda Türkiye'de görülen derin ekonomik kriz Batı'da gene "Boğaz'daki hasta adam"dan bahsedilmesine yol açtı ve başta NATO müteffikleri olmak üzere, Batı hemen Türkiye'nin yardımına koştu. OECD (Organisation for Economic Corporation and Development - Ekonomik İşbirliği ve Geliştirme Örgütü) çerçevesinde Türkiye'ye yapılacak yardımlar için Federal Almanya'nın girişimci işlevinden ötürü Bonn hükümeti oldukça gurur duyuyordu (bk. Bundestagsdrucksache 9/2213, s. 7). Dört yıla yakın bir zaman içinde (1979-1982) OECD ülkeleri tarafından Türkiye'ye 4 milyar dolara yakın yardım yapıldı. Bunun 855 milyon doları, yani yaklaşık beşte biri "Hans abi" tarafından sağlandı.
1978 yılında yardımların koordinatörlüğünü CDU'lu Leisler-Kiep üstlendi. Ondan sonra iki yıl SPD'li Matthöfer Alman hükümeti adına dünya turuna çıkıp yardımları toplamaya çalıştı. Bir kez, 1980 yılında, ABD ile Almanya'nın yaptığı yardım miktarları tamamen eşitti (295 milyon dolar). Yıllara göre (mark olarak) Almanya'nın yaptığı ekonomik yardımlar şunlar:

1979    500 milyon
1980    560 milyon
1981    460 milyon
1982    413,5 milyon

TOPLAM   1,873.4 milyon mark.

Aynı dönemde küçük yardımlar da yapıldı. Örneğin demiryollarının modernizasyonu için 68 milyon mark verildi. Stuttgart Üniversitesi, Türkiye'de Almanca öğrenimini geliştirmek için 10 milyon mark verdi. 1983 yılında yeniden gündeme gelen 130 milyon marklık proje yardımı da eklenirse 5 yılda Almanya tarafından 2 milyar marktan fazla ekonomik yardım verilmiş oldu.
Verilen yardımların ayrıntılı olarak nasıl kullanıldığına dair elimde çok net veriler yok. Proje yardımı denilen 130 milyon marklık miktarı ile enerji sektörünün desteklendiğine dair resmi açıklamalar mevcut. Fakat bu paraların genellikle Türkiye'deki döviz açığının kapatılması için kullanıldığı bilinmektedir. Başka bir deyişle Türkiye dışından parça ya da makina gereksinimi olan büyük şirketlere bu para ile döviz sağlanıp "yardımı" yapan ülkelerden alışveriş yapma olanağı verildi.
1964 yılından itibaren Almanya tarafından Türkiye'ye her 18 ayda bir askeri yardım da yapılmaktadır. 1979 yılına kadar 10 kez 100er milyon mark, toplam 1 milyar mark askeri yardım verilmiştir. 18 ayda bir yapılan muntazam yardım, daha sonra 130 milyon marka yükseltilmiştir. 1980 yılında özel olarak 600 milyon marklık bir askeri yardım, 1980 yılında 130 milyon, 1981 yılında 150 milyon, 1982 ve 1983 yılında 160'ar milyon mark olarak verilmiştir. Bu para ile Alman ordusundan "eskimiş" malzemeler satın alındığı söylenmektedir. Ancak bu tam doğru değildir. 1980'li yılların başında Almanya'dan Türkiye'ye "satılan" askeri malzemeler arasında 100'den fazla F 104 savaş uçağı (Starfighter), 77 "Leopar" tankı, 6 helikopter ve 4 "Meko" fregatayn olduğunu gazete haberlerinden okumak mümkün.
Toplam olarak 1964 ile 1990 yılları arasında yapılan askeri yardımın miktarı 2,5 milyar marktır. Yardımların genel toplamı 4,5 milyar mark olarak yüksek görülebilir, ancak Körfez Savaşı'na Federal Almanya ABD'ye bir kaç haftada bu rakımın dört katı katkıda bulunmuştur (18 milyar mark). Fakat ister askeri alanda, ister ekonomik alanda yapılmış olsun, yardımlardan Türkiye'de yaşayanlar fayda görmüyordu. Olsa olsa OYAK gibi şirketlerle general ve subayların faydalandığını tahmin etmek mümkün.
Bu tür düşüncelerden hareketle 1979 yılın sonunda Almanya'da bazı sosyaldemokrat milletvekilleri ile tanınmış gazeteci ve yazarlar bir araya gelerek Türkiye'de halkın doğrudan faydalanabileceği "alternatif bir yardım" toplamak gerektiğine karar verdiler ve 1980 yılı başında Alternative Türkeihilfe (Türkiye'ye Alternatif Yardım örgütü) kuruldu. İlk yardım çağrısında şu görüşlere yer veriliyordu:
"Yardım etmek, büyük holdingleri ve askeri aygıtı desteklemek demek değildir. Federal Almanya'nın geniş demokratik kamuoyunun bu görüşünü ortaya koyabilmek için "alternative Türkeihilfe" kuruldu.
"Her gün 10 insanın siyasi teröre kurban gittiği, onbinlerce insanın cezaevinde olup, işkencelerden geçirildiği, grevde olan işçilerin tanklarla denetlenip bir kuruş grev yardımının alınamadığı, meclis dışı sol muhalefetin düşünce özgürlüğünden yaralanamadığı bu ülkenin kahrını çekenlere doğrudan yardım yapmak gerekmektedir.
"Alternative Türkeihilfe ancak belirli projelere parasal yardım yapacaktır:
  - örneğin gecekondularda oturanlara ya da iç savaş sırasında yaralananlar için ilaç yardımı yapabilir;
  - öldürülen muhaliflerin ailelerine mali destek verebilir;
  - cezaevine konulmuş muhaliflerin ve yakınlarının yaşamsal gereksinimleri için mali yardım yapabilir ve
  - grevde olan işçileri destekliyebilir."

Darbeden sonra ATH programını şu şekilde değiştirdi:
"NATO'nun güneydoğu kanadının koruyucusu olarak ve Orta Doğu'da petrol çıkartan ülkelerle Batı arasında bir köprü taşı oluşturan Türkiye, Batı için jeo-stratejik özel bir öneme sahiptir. 'İstikrar' sloganı ile milyarlara varan sözde ekonomik ve askeri yardımlar ile özellikle baskı rejimleri desteklenmektedir. Güney Amerika ve Polonya'nın askeri darbeleri kınanmakta, ancak 12 Eylül 1980 tarihinde darbe yapan Ankara'daki cunta, demokrasi dostu olarak övülmektedir.
"Halbuki [Türk] devletinin yeniden örgütlenmesi sadece zorba rejiminin süreklileştirilmesini hedeflemektedir. Demokratikleştirme ya da demokrasiye geçiş olarak adlandırılan ve Batı'nın yüksek askeri ve ekonomik çıkarları için kabul edilen generallerin programı, sık sık sözü edilen demokrasinin susturulmasından başka bir şey değildir. Nereye bakılırsa bakılsın, ister yeni Partiler Yasası, ister yeni Sendikalar Yasası, her yerde uzun bir dönem için yerleşmek isteyen bir askeri diktatörlüğün karekteri görülüyor; üzerine sivil bir palto örterek tabii.
"İnsan hakları Türkiye'de ayak altına alınmaya devam ediyor. Siyasi sanıkların sorgusu her zaman işkence altında yapılmaktadır. İşkence altında ölen insan sayısı çoğalmaktadır. Belirli kesimlere yönelik idam infazları ile askeri cunta genç insanların hayatını yok etmeye devam ediyor. Hukuka saygınlığı açısından yoğun şüpheleri uyandıran sayısız kitlesel davalarda sayısız idam cezaları verildi ve verilmektedir.
"İnsanların yaşam koşulları gittikçe kötüleşmektedir. Halkın büyük bir kesimi fakir ve yoksulluk çekmektedir. Asgari geçim seviyesi altında yaşamak zorunda olan geniş bir kesimden söz etmek gerekir.
"Alternative Türkeihilfe adlı kuruluş, ancak iktidarda olan rejimi destekleyen ve halkı gittikçe yoksullaştıran bir politikaya hizmet eden 'yardımlara' karşı çıkıyor. Biz doğrudan insanlara yarayacak ve yaşam ortamını iyileştirecek yardım yaparız. İşyerleri hakkında çalışanların karar verdiği alternatif ekonomik projelere mali destek sağlamaya devam ediyoruz.
"Çalışmamızın bir başka ağırlık noktası, resmi görüşten farklı bilgiler içeren yayınların çıkartılmasıdır. Batı'da yayın organlar susmayı tercih ettikleri için kamuoyuna gerçek durum hakkında doğru bir tablo sergileyebilmek amacıyla Türkiye'nin gerçekliğinden, özellikle insan haklarının çiğnenmesi hakkında haber vermek gerekir. Bunu yaparken Türkiye'ye verilen yardımlar hakkında karar verenlere bu tür önlemlerin bir haklılık zemini olmadığını göstermek ve Türkiye ile dayanışma hareketinin direnişine güç vermek istiyoruz.
"Alternative Türkeihilfe ideolojik olarak sabit bir siyasi yapılanma değildir. Tek tek kişilerin bir araya gelmesiyle şu şahıslar tarafından kurulmuştur:
Manfred Coppik, Klaus Kirschner, Klaus Thüsing, Renate Schmidt, Heidemarie Wieczorek-Zeul, Jürgen Roth, Günter Wallraff, Gerhard Zwerenz, Christine Huth, Bernhard Hoffmann, Kamil Taylan, Helmut Oberdiek."

 ATH içinde baştan beri işimiz çoktu. Çıkarttığımız broşürler geniş bir ilgi görüyordu. Örneğin Demirel dönemini kapsayan "Türkiye'de İşkence" adlı broşürümüz 15 bin sattı. Onun haricinde ayrıntılı bilgi isteyen çok kişi vardı. İlk zaman yazışma ve koordinatörlük işleri Frankfurt'tan yürütülüyordu, fakat oradaki arkadaşların fazla zamanı olmadığı için sonra arşiv ve diğer işler Bielefeld ve Herford'a alındı.
Lise öğretmeni olarak görevime yeni başladığım için yoğun ders hazırlamam gerekiyordu. Onun için başta fazla zaman bulamadım. Zaten boş kalan zamanımı Herford'da işçi arkadaşlarımın dertlerini çözmek için harcıyordum. Yan işlerim çok olduğu için okulda verdiğim dersler çok iyi gitmiyordu. Eskiden hazırladığım ders programları olmadığı için dersler arasında yaptığım hazırlık yetmiyordu. Bir karar vermek zorundaydım: ya öğretmenliğe devam edip diğer işlerimi azaltacaktım, ya da öğretmenliği bırakıp salt diğer işlerle uğraşacaktım. Ancak bu tür işler fahri olduğu için geçimimi nasıl temin edecektim?
Hemen hemen 10 yıl yüksek tahsil yaparak zarzor öğretmen olmuştum. Mesleğimi de seviyordum. Okul çağımda kötü öğretmenlerim yüzünden öğretmen olmuştum ve her şeyi onlardan daha iyi yapma hevesinde idim. Ancak bu gidişle, onlardan daha kötü öğretmen olmam kaçınılmazdı. Bir yandan öğretmenlik Almanya'da çok sağlam bir meslekti. Memur olarak dolgun bir maaş kazanıyordum ve işyerimi kaybetme korkum da yoktu. Büyük suç işleyenler hariç Almanya'da öğretmenler görevden uzaklaştırılamıyordu.
Türkiye'de her hükümet değişikliğinde bir çok memurun işten el çektirildiğini biliyordum. Böyle bir durumum yoktu, üstelik çok dolgun bir emeklilik maaşı, bol bol tatil ve başka olumlu yönleri de vardı bu işin. Öte yanda tercümanlık yapmak, sıcak sıcak siyaset tartışıldığı toplantılara katılmak, bir süre ilginç insanlarla karşılaşmak, hiç olmazsa tekdüze okul hayatından daha heyecanlı gözüküyordu. Her gün farklı, farklı görevler ile karşılaşmak, bir müdüre bağlı olmamak, serbest mesleğin diğer olumlu yönleri sayılırdı. Öğretmen maaşı kadar değilse bile kendimi geçindirecek parayı tercümanlıkla da kazanabilirdim belki.
İltica işlerine bakan Minden İdare Mahkemesi, okulda görevli olduğuma bakmadan o günlerde beni olur olmaz saatlerde tercümanlığa çağırıyordu zaten. Onun dışında sadece polisiye dizilerinde gördüğüm eroin davalarında, hem polis sorgularında hem de mahkeme duruşmalarında tercüman olarak bir Almana daha çok güveniliyordu. Ama bu tür işler her zaman olmayabilirdi ve yeteri kadar bir para sağlayacağımdan emin değildim. Öğretmenlikten ayrılmak bir riziko idi ve karar vermem kolay değildi. Çözümü, sınıfımdaki öğrencilere sormakta buldum.
Sorumlu olduğum sekizinci sınıfta okuyanlar 14- 15 yaşında olan gençlerdi. Onlara doğrudan "görevimden ayrılmak istiyorum, ne diyorsunuz?" diye soramazdım. Gene de "öğretmenliğimi nasıl buluyorsunuz?" diye açık bir soru yönelttim. Bir çok öğrenci bu denli samimi bir soruya yanıt vermek istemediler. Okulun her tarafında, evlerinde mutlaka her gün geçen bu konu, bir büyüğe karşı doğrudan dile getirmek ne de olsa "ayıptı". Sınıfın en zeki ve aynı zaman benim kadar boyu olan bir öğrenci, "siz kötü bir eğitmensiniz, ama iyi bir arkadaşsınız" deyince başka öğrenciler şok olmuşçasına hemen "böyle bir şey denilmez" diye karşı çıktılar. Ama ben açık soruma, açık ve bana göre doğru cevabı bulmuştum.
4 aylık kadrolu öğretmenken istifamı verdim ve 6 aylık memurluktan sonra Şubat 1981 tarihinde işimi bırakarak işsiz bir başka öğretmene çalışma olanağını verdim. Türkiye açısından bakıldığında "gönüllü 1402'lik" oldum. Türkiye'de bir çok demokratik öğretim görevlisinin 1402 sayılı sıkıyönetim yasası gereğince sıkıyönetim komutanlarınca işten atılacaklarını bilseydim, belki bir basın toplantısı düzenleyip kararımı Türkiye'de haksızlığa uğrayan meslektaşlarımla dayanışma gösterisi olarak sunardım.

Geri
İçindekiler
İleri
- Site Haritasi - Impressum