1990-1999 arasında sorgu aşamasında ve cezaevlerinde öldürülenler

From B-Ob8ungen
Jump to navigation Jump to search

Ağustos 2014'te İletişim Yayınları'nda "Yoldaşını Öldürmek" isimli bir kitap yayınlandı.[1] Kitabı yazan Aytekin Yılmaz ile değişik yerlerde söyleşiler yayınlandı.[2] Silahlı mücadeleyi benimsemiş örgütlerin cezaevlerinde bulunan "yoldaşları" ile görüş ayrılıklara düştükleri ya da emniyette (işkence altında) örgüt hakkında bilgi verdikleri için "hain" diye öldürdükleri gerçeği daha önce hiç dile getirilmemiş imasında bulunan bu beyanatların aksine daha önce konu ile ilgili, fakat geniş kamuoyu gözünden kaçmış bazı çalışmalara burada dikkat çekmek istiyorum.

Mevzu-bahis nedir, ne değildir?

Yeniden alevlenen tartışma genellikle "örgüt içi infaz" adı altında yürütülmektedir. Halbuki belirli örgütler fraksiyonlara bölündüğünde görülen bazı olaylara "sol içi infaz" demek daha uygun olur. Ben "sorgu aşamasında veya cezaevlerinde öldürülenler" başlığını seçerken "dışarıda" (savaşan örgütler açısından "cephede" ya da kent veya köylerde bulunan sokak veya mekanlarda) "hain", "ajan", "muhbir", "itirafçı" veya benzer sıfatlara layık görülüp öldürülenleri hariç tutmayı tercih ettim. Halbuki konuyu daha geniş tutmak da mümkün idi, yani "silahlı örgütlerin ihlalleri" dersem hiçbir zaman örgüt üyesi olmamış sivil (ya da silahsız) insanların öldürülmesi de söz konusu olabilirdi.[3]

Zaman olarak 1990 ile 1999 arası (10 yıllık bir zaman dilimi) seçmemin bir nedeni, Aytekin Yılmaz'ın da mutabık olduğu gibi örgütlerin bu tür cinayetlerinin en çoğunu bu zaman dilimi içinde işlemiş olmalarından ileri gelir. Bundan başka ben burada sadece örgütlerin ihlallerinden değil, aynı süre içerisinde "devlet eliyle" aynı süre içerisinde çok yoğun olarak işlenen cinayetlere de yer verilmesini uygun buldum.

Deneyim

Bu yazıyı kaleme alan, aynı zaman bu sitenin sahibi olan ben, Helmut Oberdiek, herhangi bir göçmen kökenine sahip olmayan Federal Almanya Cumhuriyeti vatandaşıyım. Almanya'da tanıdığım Türkiye'li dostlarım sayesinde Türkiye ve özellikle insan hakları ile ilgim 12 Eylül'den önce başlar.[4] Çalıştığım kuruluşlar sırasıyla şöyle:

Silahlı örgütlerin ihlalleri

İHD içinde bu konu özellikle 1993 ile 1994 yılında tartışıldı (o dönemde yayınlanmış “İnsan Hakları Bülteni“ sayı 51'den 64'e bakınız). Bültende (sayı 63-64, Mayıs – Haziran 1994, sayfa 40 ve 41) konuya ilişkin bir makalem yayınlandı: Yokohama Bildirgesi, "Keyfi Cinayetler hakkında Sesli Düşünceler". Bugün tartışılan konu orada bulmak mümkün. İHD içinde farklı görüşler vardı (belki hala vardır), fakat daha sonraki yıllarda birçok yerde (merkez ve şubelerde) silahlı örgütlerin ihlallerini kınayan açıklamalar yapıldı.[5] 1999 yılında Cenevre'de bulunan "The International Council on Human Rights Policy" (ICHRC İnsan Hakları Politikası için Uluslararası Konsey) "silahlı gruplara insan hakları açısından yaklaşmak" konulu Türkiye de dahil birkaç ülke örneğini içeren bir çalışma yürüttü.[6] Çalışma esnasında TİHV, İHD ve Mazlumder, Türkiye'de o zaman en iyi bilinen üç insan hakları örgütü ile görüşüldü ve silahlı örgütlerin ihlallerine karşı ne yapılabilir diye konuşuldu.

TİHV've Mazlumder ile yapılan görüşmelerde genel yaklaşım konusunda pek tartışma gereği hissedilmedi, konuşma daha çok "biz nasıl etkileyebiliriz?" sorusu etrafında döndü. Aynı tarihlerde esir askerleri kurtarmak için İHD ve Mazlumder tarafından atılan adımlar meseleye ilişkin somut bir örnek oluşturur. ICHRC projesinin sonuçları hakkında İHD Genel Merkezi'nde bir toplantı düzenlendi. Türkçe olarak yazılmış raporun ana hatları gene benim sitemde Amaç ve Araçlar sayfasında bulunur. Sonuçta Türkiye'de bulunan belli başlı insan hakları kuruluşlarının genellikle silahlı örgütlerin ihlallerine de karşı olduğunu görmek gerekir. Pratikte yeterince faaliyet göstermemiş olabilir, ancak konuya yeterince yer vermeyen medyayı da eleştirmek gerekir bence.

TİHV raporları

Genel Merkezi Ankara'da olan TİHV'in ayrıca İstanbul, İzmir, Adana ve Diyarbakır'da temsilcilikleri bulunmaktadır. TİHV 1990 yılında kurulduğundan beri Dokümantasyon Merkezinde insan hakları ihlalleri konusunda Türkçe ve İngilizce olarak iki dilde günlük ve yıllık raporlar yayınlar. Her iki tür raporlarda silahlı örgütlerin ihlalleri hakkında bilgi bulmak mümkün. TİHV'nın ana projesi sayılan Tedavi ve Rehabilitasyon Projesi ile, gözaltı ve cezaevleri süreçlerinde görmüş olduğu işkence nedeniyle sağlık durumu bozulmuş olan kişilerin fiziksel, ruhsal ve sosyal tetkik, tedavi ve rehabilitasyonuna yardımcı olunmaktadır. Tedavi merkezlerince sağlanan hizmetler ücretsiz olarak verilmektedir. 2010 yılı sonuna kadar 12 binden daha fazla insan tedavi görmüştür.

Günlük ve yıllık raporlar dışında TİHV özel raporlar da yayınlamıştır. Örneğin 15 yıllık bir dönemi kapsayan ve Mart 1996'da yayınlanan "İşkence Dosyası" var. Bir de Kasım 1995’de yayınlanan "OLAĞANÜSTÜ HAL BÖLGESİ’NDE EĞİTİM ve ÖĞRETİM (Öğretmenlere saldırılar)" isimli rapor da var. Dokümantasyon merkezinde profesyonel eleman çalıştığı halde, TİHV günlük raporlarını ücretsiz olarak elektronik posta yoluyla ya da İnternet vasıtasıyla dağıtıyor. Kendi sitesi hariç Almanya destek komitesi olan DTF sitesinde de raporlar bu adreste mevcut, hatta arşiv denilen bölümde günlük raporlar 1990 yılından beri sıklaştırılmış dosyalar şeklinde indirilebilir.[7] Bir yılda cereyan eden olayları belirli başlık altında sunulan, dolaysıyla daha derli toplu olan yıllık raporlarının eski sayıları İnternet ortamında bulmak mümkün değil, fakat isteyen bunları TİHV'de basılı kitap olarak bulabilir.

2007 yılında yaptığım araştırma

Türkiye'de yaşam hakkı başlığı altında yürüttüğüm çalışmada sadece 3 kategori seçmiştim:

  1. (işkence sonucu) gözaltında veya cezaevinde ölenler
  2. "kayıp"lar
  3. sivillere yönelik saldırılar (burada devlet ya da derin devlet değil, sadece silahlı örgütlerin ihlalleri söz konusu idi).

İşkence konusunda TİHV tarafından Mart 1996'da yayınlanan "İşkence Dosyası" adlı yapıt çalışmama temel oluşturdu ve kayıp konusunda İHD listeleri temel aldım. Aradan geçen zaman yüzünden listelere bir hayli değişiklik yapma gereği doğdu.[8]

Silahlı Örgütlerin İhlalleri başlığı altında topladığım bilgileri başta TİHV tarafından 1992 ile 1999 arasındaki yıllara ait raporlarda buldum.[9] Bu raporlarda yer alan ve "sivillere karşı saldırılar" ya da "örgüt infazları" başlıklı listelerde TİHV pek yorum katmadan haber kaynağında belirtildiği gibi öldürülenlerin konum ya da sıfatları olarak çok değişik "kıstas" kullandı. Örneğin 1992 yılına ait raporda asker, polis, korucu, bekçi, hakım ve savcı, belediye başkanı, MİT görevlisi, makam şoförü ve muhtar olanlardan başka, 4 itirafçı, 45 muhbir, 63 devlet yanlısı, 2 öğretmen, 6 "kaza" ve 14 diğer olay bulunur. Daha sonraki yıllıklarda buna "ihanet" ve "sol içi" gibi başka kıstaslar da eklendi. Raporlarda adı geçen ve çatışmalı ortamda silahlı olarak taraf olan asker, polis ve tek ise (ailesine dokunulmadıysa) korucuları çıkartmakla toplam 1.160 isimden 940 gibi bir rakama ulaştım. Buna ayrı bir yerde topladığım öğretmen ve gazetecilere yönelik saldırılarda ölen 90 öğretmen ve 5 gazeteci eklemek gerekir. Bundan başka sınırlı olan küçük arşivimde ek olarak 28 kişinin ismini daha buldum. Böylece 10 yılda örgütlerin eylemlerinde 1.000 (bin)den fazla sivil insan hayatlarını kaybettiğine dair ciddi alınması gerek iddialara ulaştım.

TİHV raporlarına göre örgüt içi infazlar

TİHV raporları içinde "bir zamanlar örgüt üyesi" olup, daha sonra örgüt tarafından "cezalandırılanlar" kimler olabilir sorusuna yanıt aramak çok kolay değil. Sonradan derin devlet tarafında tetikçilik yaparak silahlı olarak saf değiştirenler hariç "itirafçılar" arasında da eski örgüt üyeleri olabilir. Ayrıca örgütlerin "muhbir" dedikleri kişiler de örgütlere yakın (sempatizan veya üye) oldukları için polise veya jandarmaya bilgi vermiş kişiler de olabilir. Bu gözle bakıldığında yıllık raporlardan çıkan ilk sonuç şöyle:

Yıl Toplam Muhbir İtirafçı Sol içi/
ihanet
1992 285 45 4
1993 341 42 11 14
1994 218 44 4 4
1995 99 18 5 7
1996 68 6 18
1997 81 5 4
1998 32 2
1999 36 1 1 4
Toplam 1160 161 25 53

Cezaevinde öldürülenler

Silahlı örgütler tarafından öldürülen yandaş ve/ya farklı görüşlü örgütlerden öldürülenleri sadece TİHV yıllık raporlarına bakarak bulmak zor. Cezaevlerinde öldürülenleri bulmak bir nevi daha kolay, çünkü yer olarak cezaevi ya da İzmir yerine "Buca" veya İstanbul yerine "Bayrampaşa" denmişse bu olayın bir örgüt veya sol içi infaz olma olasılığı yüksek. Konuya ilişkin olayları bulabilmek için TİHV yıllıklarında (özellikle 1998 ve 1999 yılı için) "cezaevlerinde ölümler" bölümlerine de bakmak gerekir. Bu şekilde ilk taramada bulduğum 27 olay şöyle:

İsim Soyadı Yer Tarih Örgüt
Adnan Temiz Adana cezaevi 920610 DS
Mülkiye Doğan Urfa Cezaevi 930412 PKK
Erdoğan Eliuygun Bayrampaşa cezaevi 930718 DS
Ekrem Arslan Buca cezaevi 931022 PKK
Mehmet Tuncay Buca cezaevi 931022 PKK
Süleyman Aydın Buca cezaevi 931022 PKK
Ali İhsan Taymaz (19) Malatya cezaevi 940120 PKK
Mehmet Kankaya (30) Malatya cezaevi 940120 PKK
İzzettin Kaplan Diyarbakır cezaevi 940316 PKK
Ercan Yıldız Erzurum cezaevi 940723 PKK
İrfan Doğan Erzurum cezaevi 940723 PKK
Sait Fidangil Erzurum cezaevi 940723 PKK
Ahmet Celal Özkul Ankara Merk. cezaevi 940821 DS
H. Hulusi Kulak (25) Bayrampaşa cezaevi 940821 DS
Şimel Aydın (26) Bayrampaşa cezaevi 940821 DS
Latife Erener (35) Bayrampaşa cezaevi 950305 DHKP/C
Hilal Füsun Ünlü (24) Ankara Merk. cezaevi 950628 DHKP/C
Şükrü Akın Konya cezaevi 960205 PKK
Emine Yavuz (20) Diyarbakır Cezaevi 960808 PKK
Fatma Özyurt Ankara Merk. cezaevi 961022 DHKP/C
İbrahim Sertel (26) Buca cezaevi 961023 DHKP/C
Ramiz Şişman Ankara Merk. cezaevi 961104 TİKKO
Hasan Hüseyin Er (25) Bayrampaşa cezaevi 961205 TİKKO
Ulaş Şahintürk Ankara Merk. cezaevi 961223 DHKP/C
Mehmet Çakar Bursa cezaevi 980919 TİKKO
Oktay Yıldırım Bayrampaşa cezaevi 990519 DHKP/C
Turan Ünal Çankırı cezaevi 990704 DHKP/C

Tabii bütün olaylar sadece yıllıklarda bakmakla bulunmaz. Örneğin M. Sami Tarhan için yıllık raporda "İstanbul, 30 Nisan 1992, itirafçı" deniyor. Günlük raporlara bakıldığında biraz ayrıntı bulunur. 18 Nisan 1992 tarihli raporda şunlar yazar: "Tunceli'de gözaltına alınarak İstanbul'a gönderilen Mürsel Göreli, Mehmet Sami Tarhan ve Mustafa Sefer adlı üç kişi de dün çıkartıldıkları İstanbul DGM tarafından tutuklandı." 1 Mayıs 1992 tarihli raporda ise "Devrimci Sol adlı örgütün üyesi olduğu" iddiasıyla bir süre önce tutuklanan Mehmet Sami Tarhan adlı kişi dün gece saat 22.00 sıralarında İstanbul Bayrampaşa Cezaevi'ndeki koğuşunda şişlenerek öldürüldü. Mehmet Sami Tarhan'ın "polise örgütle ilgili bilgileri aktardığı" gerekçesiyle öldürüldüğü bildirildi." deniyor.

Ek kaynaklar

Tabloda yer alan bilgiler TİHV tarafından 1992-1999 arasında yayınlanan raporlardan bulmak mümkün (yıllık raporları 1992 yılından beri sivillere yönelik saldırılar konusunda bilgi içermektedir). 1990 ve 1991 yılı için başka kaynaklara da bakmak gerekir. İlk olarak ath, af örgütü ve TİHV'de çalıştığım zamanlarda topladığım "doğal olmayan ölümler" dosyalarıma baktım, ama sadece bir olay buldum: "Kamuran Özcan 12 Mart 1990 tarihinde Metris Cezaevinde öldürüldü." Konu 28 sanıklı Ankara Devrimci Sol davasında 19.11.1991 tarihli iddianamede geçiyor. Savcı bu cinayetin Silahli Devrimci Birlikleri (SDB) tarafından işlendiğini iddia ediyor. Cumhuriyet gazetesinde 13 Mart 1990 tarihinde yer alan "METRİS CEZAEVİ'NDE OLAY İtirafçı sanık öldürüldü" başlıklı haberde özet olarak şunlar belirtilmişti: "Cezaevinde dün şişlenerek öldürüldüğü bildirilen Kamuran Özcan, İstanbul MLSPB ana davasının 64 numaralı sanığıydı. Kamuran Özcan'ın, kim tarafından öldürüldüğü konusunda her hangi bir açıklama yapılmadı. Kamuran Özcan, (33), 1980 yılından bu yana cezaevinde bulunuyordu. Kamuran Özcan, yakalandığında "itiraflarda" bulunmuştu."

Cumhuriyet gazetesinin arşivinde başka olay da bulmak mümkün. Örneğin 4 Nisan 1991 tarihinde şöyle bir haber vardı: "Bayrampaşa Kapalı Cezaevi'nde yasadışı Devrimci-Sol örgütü üyesi olduğu savıyla tutuklu bulunan Kemal Fırat (27) adlı sanık, dün 25 kişilik koğuşta ölü olarak bulundu. Şişle öldürüldüğü anlaşılan Fırat'ın cesedi üzerine bırakılan notta, "MİT ve siyasi şube ajanı" olduğu gerekçesiyle cezalandırdığı kaydedildi. Fırat, 4 Ocak 1991 günü gözaltına alınmış ve 18 Ocak günü de DGM'de tutuklanmıştı. Duruşmalarda, "Dev-Sol örgütü ile hiçbir ilişkisi bulunmadığını" belirtti." 19 Ocak 1881 tarihinde Cumhuriyet'te bulunan bir başka haberde şöyle deniyordu: "Çanakkale E Tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunan Ali Akgün adlı mahkûmu, Dev-Sol örgütü adına öldürdüğü iddiasıyla Levent Aktürkoğlu, İstanbul 2 Nolu DGM'de yargılandı. Aktürkoğlu, Ali Akgün'ü, "Dev-Sol'a ihanet ettiği ve polisle işbirliği yaptığı" gerekçesiyle öldürdüğünü söyledi." Bir başka kaynaktan cinayetin 30 Eylül 1990 tarihinde işlendiğini öğrenmek mümkün.[10]

Konuyu irdelerken bir haber daha buldum. Ona göre 4 Nisan 1991 tarihinde Dev-Sol üyesi Mehmet Ali Çelik, polise haber sızdırdığı gerekçesiyle, Bayrampaşa Cezaevi’nde öldürüldü. Mehmet Ali Çelik’in Küçükarmutlu’daki örgüt evlerini polise bildirdiği gerekçesiyle öldürüldükleri öne sürüldü.[11]

Daha önce (muhtemelen 2007 yılında) Almanca olarak yazdığım Morde innerhalb der PKK (PKK içerisinde işlenen cinayetler) sayfasında 2 Mart 1994 tarihi Özgür Gündem gazetesinde yer alan bir habere göre Osman Tim adlı bir itirafçının Şubat 1994'te İstanbul'da öldürüldüğünü belirtmiştim.[12] Sivillere karşı saldırılar listesine de tarih olarak 22 Aralık 1993 kaydetmiştim. Bu konuda İbrahim Güçlü TBMM komisyonu önünde şunu belirtmiştir: "Osman Tim 1992 yılının Aralık ayında PKK’nin cezaevi temsilcisiyken ”polisle işbirliği” yaptığı gerekçesiyle Bayrampaşa Cezaevi’nde boğularak öldürüldü."[13] Demek belirttiğim tarihte muhtemelen bir yanlışlık var: 22 Aralık 1992 olsa gerek.

Adem Yeşildağ'ın ölümüne ilişkin TİHV yıllık ve günlük raporlarında bilgi bulamadım. Mazlumder tarafından 1998 cezaevleri raporunda ise şu bilgiler var: "Elbistan Cezaevi'den Malatya'ya nakledilen TKP-ML davasından yargılanan Adem Yeşildağ'ı, THKP-C davasından yargılanan bir grup tutuklunun kendi koğuşlarına alma isteklerinin olumsuz karşılanması üzerine tutuklular, Yeşildağ'ı kendi koğuşlarına kaçırarak öldürdüler."

Tartışmaya açık konular

Buraya kadar sıralanan olaylar hakkında az veya çok ayrıntı bulmak mümkün. TİHV dokümantasyon merkezinde incelenen bunca kaynak olmasına rağmen[14] bazı olayların gözden kaçırılmış olması çalışanların dikkatsızlığından kaynaklanmış olabilir, fakat yayın yapan gazete ve dergilerde de yer almamış da olabilir.[15] Gene de daha farklı yerlerde (cezaevlerinde) benzer olayların meydana gelmiş olma olasılığı da mevcut. Karanlıkta kalan olay sayısını (İngilizce'de buna "dark figure", Almanca'da "Dunkelziffer" deniyor) bilmek mümkün değil tabii. Olayların çoğu hakkında söz konusu örgütler açıklama yaptıkları da görülüyor. Bu tür olaylar iddia olmanın ötesi sabit birer vakia olarak bakılabilir.

Devrimci Sol isimli örgütte Dursun Karataş ve Bedri Yağan taraftarları arasında bölünme süreci ayrıntılı olarak bilmem olanaksız. Daha sonra DHKP/C ve THKP/C Devrimci Sol isimleri altında faaliyet gösteren oluşumlar birbirine karşı şiddet uyguladıkları bir gerçek.[16] Ancak Türkiye'nin cezaevlerinde işlenen cinayetlerden sadece bir taraf mı, yoksa her iki tarafın sorumlu olup olmadığını burada incelemedim, TİHV raporlarında yer aldığı şekliyle (DS = Devrimci Sol veya DHKP/C = Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi) dedim.[17]

TİHV 25 Temmuz 1994 tarihinde yayınladığı günlük raporda bulunan bir haber şöyle: "Erzurum E Tipi Cezaevi'nde kalan İrfan Doğan, Ercan Yıldız ve Sait Fidangil adlı 3 PKK davası sanığı 23 Temmuz sabahı koğuşlarında ölü olarak bulundu. 3 kişinin boğularak öldürüldükleri belirlendi. 3 kişinin "örgüte ihanet ettikleri" gerekçesiyle diğer PKK davası sanıkları tarafından öldürüldükleri sanılıyor. Olayla ilgili olarak İshak Arıcı, Kemal Yıldız ve Arap Köseoğlu adlı 3 PKK davası sanığı hakkında soruşturma açıldı." Küçük arşivimde Özgür Ülke'de 25 Temmuz 1994 tarihinde yayınlanan benzer bir haber var. Habere göre öldürülenler "itirafçı" değilmiş. Benim için daha ilginç olan da şu: albüm şeklinde sergilediğim haberin altında Ali Eker ismi ile bir kişi 2 Şubat 2012 tarihinde bir yorum bırakmış. Özeti şu: "1994'te 18 yaşında olan abim zorla dağa götürüldü. Kısa süre sonra kaçtı. Sahipsiz olarak cezaevine konularak aynı gün içerisinde öldürüldü... Lanet olsun PKK ve vatandaşına sahip çıkmayan devlete." Akla gelen sorular şunlar: Ali Eker gerçek soyadını mı kullanmış? O halde bir başka olaydan bahsediyor. Öldürülen üç kişiden birinin kardeşi ise abisi istemeyerek PKK'ya katılmış. Bunu bilmesi gereken emniyet, savcı ve yargıç onu neden PKK militanlarının kaldığı koğuşa veriyor?

Soru işareti bırakan bir başka örnek de Sinan Er. 1993 yıllık raporu, sayfa 89'de Diyarbakır cezaevinde 6 Mart 1993 tarihinde "anlaşmazlık" sonucu öldüğü yazılı, günlük raporda ise şunlar yazılı: "Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nde itirafçı sanıkların kaldığı koğuşta 6 Mart günü meydana gelen bir olayda Sinan Er adlı tutuklu dövülerek öldürüldü. Olayın meydana geldiği koğuşta bulunan Ahmet Riyat Hasan adlı tutuklu İnsan Hakları Derneği aracılığıyla kamuoyuna yaptığı açıklamada, Sinan Er'in koğuşta kalan diğer itirafçılar tarafından işkenceyle öldürüldüğünü belirtti. Diyarbakır DGM Savcılığı yetkilileri ise Sinan Er'in geçirdiği beyin kanaması sonucunda öldüğünü öne sürdüler." TİHV haklı olarak cinayetten sorumlu olan bir örgüt ismi veremedi, çünkü itirafçılar artık PKK'li değil ve JİTEM diye bir örgüte üyelikleri de söz konusu değil. 22 Haziran 1993 tarihinde bu konuda Adalet Bakanı M. Seyfı Oktay Diyarbakır milletvekili Sedat Yurtdaş'ın soru önergesine şöyle yanıt vermiştir: "2.3.1993 tarihinde yapılan duruşma sonrasında kendi isteği ile itirafçı koğuşuna verilmiş. Sinan Er'i işkence ile öldürdükleri iddia edilen 8 tutuklu hakkında açılan soruşturma 13.5.1993 tarihi itibarıyla sonuçlanmamıştır. Yapılan otopsiye göre Sinan Er "künt travmaya bağlı kafatası kırığı ile birleşik kafa içi kanama"dan öldü."[18] Konuyu takip edirek bir de 10 Mayıs 1999 tarihinde TİHV günlük raporunda bulduğum haber ise şöyle: "Sinan Er adlı tutukluyu 6 Mart 1993 tarihinde Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde işkence yaparak öldüren 9 itirafçı hakkında ölüm cezası istemiyle açılan dava 7 Mayıs günü Diyarbakır DGM’de sonuçlandı. Davada, Mustafa Güneş, Halit Aslan ve Kasım Çatak adlı itirafçılar 8 yıl 4’er ay hapis cezasına mahkum edildi. Ahmet Tosun, Ramazan Soylu, Aslan Asal, Yüksel Önen, Mahmut Estaş ve Ahmet Aslan adlı itirafçılar ise beraat etti."

Benzer bir durum Kayseri Cezaevinde 28 Temmuz 1996 tarihinde öldürülen Fuat Önder (25) için de geçerli. MHP'liler tarafından öldürüldüğü iddiası var.[19]

Resmi ve resmi olmayan cezaevlerinde yapılan sorgular

Aytekin Yılmaz'ın kitabında ve yukarıda adı geçen olayların bazılarında infazdan önce bazen işkence boyutuna varan sorguların da yapıldığı iddiası var. Yapılan işkence türleri ister tanık anlatımlarından ister bu tür uygulamadan sağ çıkanlar tarafından daha derinlemesine irdelemek gerekir bence. Mevcut örgüt yönetimine ters düşmüş insanlar sadece T.C. Adalet Bakanlığı'na bağlı cezaevlerinde sorgulanmadığı gerçeğini de araştırmak gerekir. Örneğin Kürdistan İşçi Partisi (PKK)'nın yurt dışında (hatta bazılar yurt içinde) olan kamplarda kendi yandaşlarını hapsettiği sık sık duyulan bir sav. 7 Ocak 1990 tarihli 2000'e Doğru dergisinin manşeti "İtiraflar: Bekaa'da 21 Mit ajanı" idi. O tarihlerde Bekaa'da tutuklu olan 41 kişiden 21'nin kimlik ve geçmişleriyle ilgili bilgiler vardı. "'Mahsum Korkmaz Akademisi'" isimli kampta 'Şehit İbrahim Takımı' olarak adlandırılan iki katlı bir bina cezaevi olarak kullanılırdı. Bu binanın alt katı yaklaşık 20 metre uzunluğunda, beş metre genişliğinde bir salon ve iki küçük odadan ibaretti. İkinci katta; 4 oda, bir küçük salon bulunurdu. Soruşturulmaya alınanlar genellikle ikinci kattaki odalarda tutulurlardı. Soruşturmalar, ya Abdullah Öcalan'ın yönetime verilen talimatıyla yada yönetimin aldığı ihbarlar sonucu başlatılırdı.

Almanca'ya da çevirilen Selim Çürükkaya'nın "Apo'nun Ayetleri" isimli kitabında[20] şunları ekledi: "Mahsum Korkmaz Akademisi isimli kampta ajan olarak tutuklanmış kişilerin önüne önceden hazırlanan senaryolar konulmuş, bu doğrultuda itiraflar kendilerine yazdırılmıştı. Burada "itiraf" kişinin yaptıklarını kendi özgür iradesi ile anlatması değil, dayatılan senaryoda rol almayı çaresiz kabul etmesi, mahkemede ikrar etmesidir. Bu kampta 1986'da yapılan 3. kongrede partinin merkez komite üyelerinden Duran Kalkan, Haydar Kaytan, Selahattin Çelik, Kesire Yıldırım, ve Terzi Cemal'i tutuklandı, Abdullah Ekinci'yi intihara sürüklendi. Resul Altınok daha önce işkence ile öldürüldü."

Resul Altınok'un öldürülmesi

PKK itirafçısı olan Abdülkadir Aygan "Nasname" isimli bir sitede M.Resul Altınok hakkında 16 Ekim 2009 tarihinde şunları anlatıyor: "Bu adam kış mevsiminde Lolan merkez kampına getirildi.[21] Oradakilere (bize) bir mesaj vermek istercesine bir şeyler söylemek istediğinde cellâtlarca suya batırılıp çıkarılıyordu. Daha sonra; Şekiv Dağı eteğindeki Yaşar Organ Kampı' na götürdüler onu. Yaşar Organ kampına sırtımda ekmek götürdüğümde Resul Altınok'a reva görülen işkenceye tanık oldum... Resul'u kamp binasının tavanındaki direğe bağlı bir iple baş aşağı asmışlardı. Resul çırılçıplaktı. Vücudu yara bere ve kan içindeydi...

Kimseye de bir şey anlatmadım... Anlatamazdım. İşkence fasıllarından sonra, Resul'u başka bir kamptaki hücreye koydular... Bir gün sonra tekrar herkes kendi kampına gitti. Hücrede ne Resul, ne de Mardinli Ayten vardı. Nereye götürüldükleri veya ne olduğu hakkında bize kimse bir bilgi verme gereği duymadı. Merakımdan olacak ki, Resul'un kalmakta olduğu hücrenin duvarları dibindeki taze kazılmış toprakları ayağımla yoklarken, beni Kara Ömer gördü. Kara Ömer sırıtarak; Abuzer arkadaş, oralarda fazla dolaşma, rahmetli oradaki tuvalet çukurunda yatıyor, rahatsız etme. deyince meseleyi anladım. M.Resul Altınok'u oradaki tuvalet çukuruna gömmüşlerdi... Gencecik ve güzel Ayten'i ise kim bilir nereye gömmüşlerdi?..."

Kardelen Harekatı

“Partizan Sesi” adlı derginin Şubat 1997 tarihli 1. Özel Sayısında "Kardelen Harekatı"na ve öldürülen militanlarla ilgili bilgiler yer almaktadır. Buna göre TKP(ML) partisine, TİKKO adlı orduya ve demokratik kitle örgütlere karşı devrimciler sızmış idi ve soruşturmalar başlamıştı. İlk etapta (18 Şubat 1996 tarihinde) üç unsur toplantı salonunun dışına çıkartılıp tek tek salona alınarak bütün irade önünde iddia, kendi savunmalar ve daha sonra ise soru cevap uygulamasına tabi tutulmuşlardı. Sorgular daha sonra bir komisyonda devam etmiş. İlk sorgulanan Bayram Kocabozdoğan (pek anlaşılmayan bir nedenle) kendisinin dışındaki ajan ve işbirlikçileri açıklamaya başlayınca tutuklananlar olmuş... 11 Nisan 1996: Kocabozdoğan’ın yanı sıra Nurten Eriş de çözülüp 1992 yılından bu yana işbirlikçilik yaptığını itiraf etmiş. Bunun üzerine soruşturma ve sorgulamaları Kardelen Harekatı adı altında merkezileştirilmesine karar verilmiş. 29 Mayıs 1996 tarihinde göreve getirilen PMK (Parti Merkez Komitesi) Soruşturma ve Sorgulama Komisyonu (MK/SSK) örgütlenmesi oluşturarak çalışmalara başlama talimatı verdi... Hasan Batmaz itiraflarında 1988 yılından bu yana polisle işbirliği içerisinde bulunduğunu ve diğer alanlardaki KDH (karşı devrimci hücreleri) üyeleri hakkında detaylı bilgiler sundu.

Kardelen Harekatı Genel Sonuçları

189 gün süren "işlem" içerisinde toplam olarak 23 kişi soruşturma ve sorgulamaya tabi tutulmuşlardır. Soruşturma ve sorgulamaya tabi tutulanlar, konu hakında düşüncelerinin alınması amacıyla PMK’nın huzuruna alındılar... Bu unsurların işlemiş oldukları suçlar ve itirafları İşçi Köylü Kurtuluşu adlı illegal merkezi kitle yayın organımızda yayınlanacaktı. Partizan Sesi dergisinde verilen bilgilere göre:

  • Enver Doğru, 1956 doğumlu, ajan, PMK 1. Olağanüstü toplantısı, Karar No/4 ile idam cezasına çarptırılmış, henüz sorgu aşamasındayken ölmüş
  • Atilla Kamberoğlu, işbirlikçi, PMK Karar No/27 idam, henüz sorgu aşamasındayken ölmüş
  • Bayram Kocabozdoğan, 1971 doğumlu, işbirlikçi, PMK K. Numarası/5 idam, TİKKO tarafından, Karagedik Köyü, Çemişgezek/DERSİM’de 24 Ağustos 1996 tarihinde cezası infaz edilmiştir
  • Erdal Cort, 1966 doğumlu, ajan, PMK. K. Numarası/8 idam, TİKKO tarafından, Karagedik Köyü, Çemişgezek/DERSİM’de 24 Ağustos 1996 tarihinde cezası infaz edilmiştir
  • Nurten Eriş, 1972 doğumlu, işbirlikçi, PMK. K. Numarası/9 idam, TİKKO tarafından, Karagedik Köyü, Çemişgezek/DERSİM’de 24 Ağustos 1996 tarihinde cezası infaz edilmiştir
  • Hasan Batmaz, 1956 doğumlu, işbirlikçi, PMK. K. Numarası/10 idam, TİKKO tarafından, Beşevler Köyü mevkiinde, Ovacık İlçesi ile DERSİM Merkez yolu üzerinde 24 Ağustos 1996 tarihinde cezası infaz edilmiştir
  • Ayşe Eski, 1966 doğumlu, işbirlikçi, PMK. K. Numarası/11, TİKKO tarafından, Beşevler Köyü mevkiinde, Ovacık İlçesi ile DERSİM Merkez yolu üzerinde 24 Ağustos 1996 tarihinde cezası infaz edilmiştir
  • Hasan Geçgin, 1975 doğumlu, işbirlikçi, PMK. K. Numarası/12 idam, TİKKO tarafından, Beşevler Köyü mevkiinde, Ovacık İlçesi ile DERSİM Merkez yolu üzerinde 24 Ağustos 1996 tarihinde cezası infaz edilmiştir

Kardelen Harekatı kapsamında sürdürülen soruşturma ve sorgulamalar, araştırmalar neticesinde ajan ve işbirlikçi oldukları için PMK kararı ile ölümle cezalandırılan 9 kişi daha var (Karar No/25). Kaçmayı başaran Berfin, İhtiyar kodlu Ali Rıza Gezici adlı kişilerin (Karar No/24) içerisinde yer aldığı ölüm ile cezalandırılmaları yönünde karar da mevcut... Yine KDH üyesi zannı ve iddiaları nedenleriyle soruşturma ve sorgulamaya tabi tutulan beş kişi ise, yürütülen çalışmalar neticesinde suçluluğunu gösteren herhangi bir somut veriye rastlanmadığından dolayı aklanmışlardır.

Bildirinin devamında "... partimiz tarafından istenilmeyen, benimsenilip savunulmayan bazı olumsuzlukların da önüne geçilememiştir... iki KDH üyesi (Atilla Kamberoğlu ve Enver Doğru) düşman unsurunun ölmesi olayı bu süreçte meydana gelen en büyük önemli olumsuzluğumuz olarak kabul görmektedir... fiziksel olarak kendini zayıflatarak, soruşturma ve sorgulamada üzerine yoğunlaşılmasını engellemek amacıyla yemek yemeyerek ve bunun da bir protesto şeklinde anlaşılmaması gerektiğini, istemesine rağmen yiyemediğini söyleyerek baş vurduğu kurnazca bir taktikle kendi sonunu getiren Enver Doğru içinde geçerli saymış ve bu taktiğin meydana gelen olumsuzluğun mazereti olamayacağını kararlaştırmıştır... bu tip sızma faaliyetlerine karşı geliştireceğimiz mücadeleler de devam edecektir."

Anlatılanlardan sorgu esnasında işkence yapıldığına dair somut bir ipucu yok. Ancak, enaz 4 ay süren bir "hapishane" süreci var (Nisan ile Ağustos 1996 arası). Bu zaman zarfında "tutuklu" olanlar kimler tarafından ne şekilde sorgulandığı bilinmiyor. Tutuklu iken ölen iki kişi aç bırakılarak işkence görmediyse uygulamaya protesto anlamında başlattıkları açlık grevi sonucunda mı ölmüş, o da belli değil. Fakat özgür irade ile itirafta bulunmadıklarını tahmin etmek zor değil, çünkü örgütün ajan ve hainlere uygulayacağı cezayı biliyorlardı. Genel anlamda şunu söylemekte hata yok her halde: zan altında olan eski "yoldaş(lar)" itirafta (örgütler buna özeleştiri der) bulunmadığı takdirde sadece PKK değil, diğer örgütler de zor kullanmak (yani işkence uygulamaktan) çekinmezler. Sorgu esnasında "şüpheliler" müdafi hakkını kullanamaz, yani eskiden devletin uyguladığı "incommunicado" (dış dünyadan tecrit edilmiş) şekilde tutulurlar. Bu yöntemle elde edilmiş "delillerle" ister bir kurul (diyelim merkez komitesi) ya da "halk" önünde veya PKK kamplarında bulunan herkesin önünde yapılan, ama alenen sayılmayan "duruşmalarda" sözde savcı ve yargıçlar varsa da "savunma" denilen bir makam yok, ayrıca (tabiiki burjuva anlamında) hukuk okumuş kimseler görev yapmaz. Bu şekilde verilen idam kararları adil bir şekilde bağımsız mahkemeler tarafından verilmemiş olup birer yargısız infaz sayılabilir.

İster devletin cezaevlerinde ister kamplarda örgüt adına yürütülen sorgularda kaç kişi öldüğü bilinmiyor. Kardelen Harekatı'nda 1996 yılında iki kişi sorguda (muhtemelen işkence sonucu) öldüğünü var sayılabilir, Çürükkaya kitabına bakarak bir tek olayda 1992 yılın kış aylarında 17 kişi Engizek dağlarında işkence edilerek öldürülmüş.[22]

Çok işlenen bir konu: işkence sonucu ölümler

12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleşen askeri darbeden sonra Türkiye'de yoğunlaşan işkence altında, dış dünyadan kopuk bir şekilde yasal olarak 90 güne kadar süren gözaltı sırasında ölen muhalifler (resmi dil o tarihlerde "terörist" yerine "komünist" ya da "anarşist" demeyi tercih ediyordu) de çoğaldı. 2012 yılında gerçekleştirdiğim Türkiye'de yaşam hakkı ihlalleri ile ilgili proje içinde 1980-1990 arası Türkiye'de yaşam hakkı ihlalleri isimli sayfada özetlediğim şekilde ilk 10 yılda sorgu aşamasında ve cezaevlerinde 323 kişi öldü (bunlardan 255'i işkence sonucu, 13'ü açlık grevi, 21'i intihar ve 12'si kaybedilmek suretiyle). Aynı yoğunlukta olmamakla beraber sorgu aşamasında ve cezaevlerinde doğal olmayan ölümler devam etti.

2007 yılında Türkiye'de yaşam hakkı ismini verdiğim bir projede işkence konusunda benzer sonuçlara ulaşmıştım. Gözaltında ölümler başlığı altına değerlendirdiğim işkence sonucu meydana gelmiş olma olasılığı yüksek olan ölümleri 1980 ile 2000 yıllar arasında 428 olarak saydım, sadece 1990 ile 1999 yılları arasında meydana gelmiş olayları sayarsam sonuç 170 olur. Bu rakam içinde cezaevlerine yapılan operasyonlar sırasında öldürülen 27 kişi yok.[23] İşkence sonucu meydana gelmiş olma olasılığı yüksek olan ölümlerin büyük çoğunluğu gözaltında (yani sorgu aşamasında) gerçekleşti. Fakat daha önce cezaevlerinde "öldüresiye dövülen" İlhan Erdost (Mamak, 7 Kasım 1980) veya Necmettin Büyükkaya (23 Ocak 1981) ölümlerinde olduğu gibi 1990'lı yıllarda cezaevlerinde uygulanan şiddet yüzünden ölenler vardı. Örnek olarak TİHV raporlarında da yer alan İdris Can, Paşakapısı cezaevi (İstanbul), 17 Aralık 1990, Kasım Aras, Kars-Aralık, 31 Ocak 1991, ve Ramazan Özüak, Diyarbakır, 13 Eylül 1994 ölümleri gösterilebilir. Ayrıntılı olarak 1 Aralık 1994 tarihinde TİHV günlük raporuna giren bir olay da şu: "Mardin'in Kızıltepe ilçesinde 4 Kasım günü polis tarafından gözaltına alınan ve 16 gün sorgulandıktan sonra tutuklanan Bekir Önder (30) adlı kişi bulunduğu Mardin Kapalı Cezaevi'nde öldü. Bekir Önder ile birlikte gözaltına alınan ve tutuklanan ağabeyi Ahmet Önder, şunları anlattı: "Kızıltepe Emniyet Müdürlüğü'nde gözaltında kaldığımız 16 gün boyunca bana ve Bekir'e elektrik verme, askıya asma, hayaları sıkma gibi işkence yapıldı. 21 Kasım günü mahkemeye çıkartıldık. Kardeşimin durumu iyi değildi. Buna rağmen beni ve kardeşimi tutukladılar." Bu arada Mardin Kapalı Cezaevi'ndeki tutuklular tarafından yapılan açıklamada, 21 Kasım günü tutuklanarak Kızıltepe Cezaevi'ne gönderilen Bekir Önder'in doktora gitme isteğinin 28 Kasım gününe kadar yerine getirilmediği belirtildi. Bekir Önder'in, 28 Kasım günü kendisini muayene eden doktorun, "Yarım saat içinde Mardin Devlet Hastanesi'ne götürülmezse ölür." demesi üzerine Mardin'e sevk edildiğinin anlatıldığı açıklamada, "Bekir Önder'e hastanede hiçbir tıbbi müdahale yapılmamış ve Mardin Kapalı Cezaevi'ne gönderilmiştir. Bekir Önder, cezaevine geldikten bir saat sonra ölmüştür." denildi."

Bu son olay "işkence sonucu ölüm" sayılabilir, ya da sorgu aşmasında uygulanan işkence sonucu oluşan rahatsızlıklara karşı kayıtsız kalan cezaevi yönetiminin "tıbbi ihmali" yüzünden gerçekleşen bir ölüm de denilebilir.

İhlaller arasında karşılaştırma

Yanılgı payı ve karanlıkta kalmış olayları bir tarafa bırakırsak küçük bir araştırma ile 1990 ile 1999 yılları arasında şiddet yanlısı örgütler tarafından cezaevlerinde 34 kişi öldürüldü diyebilirim ("dışarıda" öldürülenler hariç). Aynı zaman zarfında TİHV 1998 yılına ait rapora göre 37 kişinin idam dosyası TBMM nezdinde karar bekliyordu, 71 kişinin dosyası ise Yargıtay aşamasında bulunuyordu, ama devlet tarafından yargı kararı ile sabit olan hiç bir idam cezası infaz edilmemiştir. Yargısız infaz şeklinde ise TİHV'de bulunan kayıtlara göre 1990 ile 1999 yılları arasında 1.165 insan öldürülmüştür. Silahlı örgütler "eski yandaşlarını" öldürmeden önce sözde yargılama yapar. Devlet ile örgütlerin ihlalleri arasında karşılaştırma ise neye göre yapılır? Yargı kararı olan infaz sayısı örgütlerde 34, devlette 0 mı desek, yoksa örgütlerin infazları geçerli mahkemeler tarafından verilmedi diye yargısız infaz sayılırsa infaz sayısı örgütlerde 34, (derin) devlette 1.165 mi diyelim?

Aytekin Yılmaz'ın yaptığı gibi sadece mekan olan cezaevlerinde işlenen cinayetleri saymak da bize doğru sonuca götürmez. Bir kere özgürlükten yoksun kalınması, yani içeriye alınma işlemi genellikle gözaltı ile başlar. Ve 1980'li yıllarda olduğu gibi 1990'lı yıllarda yakalanan insanlara ve özellikle mevcut düzen karşıtı olanlara uygulanan yoğun şiddet yüzünden cezaevlerinden daha çok insan gözaltı sırasında ölmüştür. Daha adil bir düzen kurma iddiasıyla yola çıkıp silahlı mücadeleyi benimsemiş örgütlerin öldürdükleri siviller (aralarında bir zamanlar örgüt içinde yer alanlar da dahil) çoğunlukla hedef gözetilerek öldürülen kimseler idi, yani önceden alınmış bir karar doğrultusunda öldürüldüler. Polis, jandarma ya da gardiyan olarak devlet adına görev yapanlarsa çoğunlukla önceden kararlaştırılmamış cinayetlerden sorumlu. İnsan hakları örgütlerinde "işkence sonucu ölüm" diye tabir edilen "eylemler" bu yüzden "infaz" kategorisinde tutulamaz. 1990 ile 1999 arasında "içeride" öldürülenleri sayarsak (gene TİHV'deki verileri baz alarak) enaz 30 kişi cezaevlerinde, 170'e yakın insan da gözaltı sırasında büyük olasılıkla işkence sonucu öldürüldüklerini görüyoruz. O halde örgüt adına 34 ile devlet adına 200 kişi öldürülmüş demek gerekir. Kaldıki bu rakam içerisinde gözaltına alınıp kaybedilenler hiç sayılmamış. Onları da sayarsak bin (1.000) gibi bir rakama ulaşırız ki 1.000 cinayet karşısında 34 infaz önemsiz denilebilir. Halbuki bu tür ihlallerinden her birisi bir fazla sayılır ve her biri tek başına önemlidir.

1990-1999 arasında Türkiye'de yaşam hakkı

Üzerinden 15 yıl geçmesine rağmen ister örgütler açısından ister devlet (ya da "paralel devlet"ten önce var olan "derin devlet") tarafından işlenmiş olsun, pek kimse çok kanlı geçen 1990 ile 1999 yılları arasında işlenen ve "siyasi cinayetler" diye tabir edilebilen yaşam hakkı ihlalleri bütün olarak açığa çıkmasını istemiyor galiba. Tek tük açılmış davalarda elde edilmiş kayda değer bir sonuç alınmış değil. 2000 yılından sonra derin devletin yardımcı ekibi gibi çalışan radikal İslam örgütü Hizbullah üyeleri hakkında bunca dava açılmışsa da[24] Hizbullah adına işlenen tüm cinayetleri aydınlanmış değil, hatta bu konuda hazırlanmış ciddi bir araştırmaya da rastlamadım. Gözaltı süresince Hizbullah üyelerine de uygulanan yoğun işkence de dikkate alınırsa[25] davalarda adı geçen cinayetlerinin gerçek failleri bulunmamış olasılığı da var.

1990 ile 1999 arasında işlenen yaşam hakkı ihlallerinin boyutları şöyle bir tabloda göstermek mümkün:

Yıl yargısız
infaz
faili
meçhul
sivil kayıp işkence
1990 11 1 8
1991 98 31 4 17
1992 283 362 285 8 17
1993 189 467 341 19 28
1994 129 423 218 383 31
1995 96 166 99 157 16
1996 129 113 68 103 18
1997 98 65 81 78 12
1998 80 45 32 28 15
1999 63 52 36 23
Toplam 1165 1735 1160 804 170

Bu tabloya yapılacak açıklamalar şöyle:

  • "yargısız infaz" konusunda verilen rakamlar TİHV 2001 yılına ait rapordan (sayfa 49) alınmıştır.
  • "faili meçhul" konusunda verilen rakamlar TİHV 2001 yılına ait rapordan (sayfa 68) alınmıştır.
  • "sivil" denilen sütunda sadece örgütler tarafından öldürülen insan sayılmıştır (rakamlar TİHV raporlarında geçtiği gibi verilmiştir).
  • "kayıp" konusunda verilen rakamlar İHD raporları baz alarak 2007 yılında yaptığım araştırmadan alınmıştır.[26]
  • "işkence" konusunda cezaevi operasyonları sırasında ölen 27 kişi sayılmamıştır.

Resmi açıklamalar

Yaşam hakkı ihlalleri ile ilgili zaman zaman verilen resmi rakamlar arasında bir takım çelişkiler mevcut (örneğin Genelkurmay ile Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından değişik tarihlerde açıklanan rakamlar arasında bir hayli fark var). Bunlar salt "savaş propagandası yapılıyor" diye (kendi kayıpları düşük, karşı tarafın kayıplarını yüksek göstermek anlamında) açıklanamaz. Doğal olmayan ölümlere karşı sorumsuz davranılıyor da denilebilir. TBMM nezdinde konuyu araştırmak için kurulmuş komisyonlar ciddi bir uğraşı içine girmişlerse de bulunan sonuçlar tartışmaya açık olup tatmin edici olmaktan uzak. Örneğin 1993 yılında kurulmuş faili meçhul cinayetleri araştırma komisyonu 200 sayfaya yakın tutan bir raporda 1975 ile 1994 yılları arasında işlenmiş cinayetleri arasında Hizbullah tarafından işlenmiş sadece 60 cinayet, PKK tarafından işlenmiş 140 cinayet bulabilmiştir.[27] Oysa 12 Eylül'den sonraki ilk 10 yılda öldürülenler konusunda 1980-1990 arası Türkiye'de yaşam hakkı ihlalleri sayfasında verdiğim toplamlardan 361 yargısız infaz ve 249 köy baskınlarda olmak üzere 1984 ile 1990'a kadar 610 sivil insanın PKK tarafından öldürüldüğünü, 2007 yılında yaptığım araştırmada Eylül 1990 ile 1993 yılının sonuna kadar PKK tarafından öldürülen 414 sivil ile 51 öğretmen de eklemek gerekirki ciddi bir araştırma yapılsaydı 140 ölümden değil, binden fazla ölümden PKK sorumlu tutulabilirdi.[28] Hizbullah tarafından işlenen cinayetler 2007 yılında yaptığım araştırmada yoktu. Bildiğim kadar ile daha sonraki yıllar için henüz ciddi bir araştırma yapılmış değil. Fakat 1992 yılına ait raporda TİHV (sayfa 65 ile 70 arasında) bir tek yılda Hizbullah tarafından öldürülenler listesinde 267 isim yer alıyorsa 1993 yılı sonuna kadar Hizbullah tarafından işlenmiş sadece 60 cinayet söz konusu olamaz.[29]

Yaşam hakkı komisyonu

Terör ve şiddet kapsamında Yaşam hakkı ihlalleri ile ilgili TBMM komisyonu oluşturulma fikri 13 Ekim 2011 tarihinde TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu'nda görüşüldü. İlk toplantı 16 Kasım 2011 tarihinde yapıldı. Birçok "uzman" dinlendikten sonra 13 Şubat 2013 tarihinde 327 sayfalık "TERÖR VE ŞİDDET OLAYLARI KAPSAMINDA YAŞAM HAKKI İHLALLERİNİ İNCELEME RAPORU" yayınlandı.[30] Burada incelenen konu açısından şu tespitler ilginç: "Emniyet Genel Müdürlüğü verilerine göre; 16.05.1987 ile 29.10.2011 tarihleri arasında terör örgütleri tarafından öldürülen aynı terör örgütü mensubu veya başka terör örgütü mensubu teröristlerin sayısına ilişkin verileri incelendiğinde; terör örgütlerinin gerek kendi örgütleri gerekse başka terör örgütleri mensuplarına yönelik olarak 108’i örgüt mensubu, 63’ü örgüt sempatizanı ve 7’si de itirafçı olmak üzere toplam 178 kişiyi öldürdükleri görülmektedir. Raporun 69uncu sayfasında ise şöyle denilmektedir: "İbrahim GÜÇLÜ daha sonra mail ortamında Komisyona bir iç infaz listesi daha sunmuştur. Bu listede çoğunluğu örgüt içi infaz olmak üzere; 727 kişinin öldürüldüğü bilgisi yer almaktadır. Burada yer alan bilgilerin 1984 - 1993 yılları arasını kapsadığı dolayısıyla sadece 9 yıllık bir döneme ilişkin bilgileri ihtiva ettiği düşünüldüğünde gerçek rakamın bunun çok daha ötesinde olabileceği değerlendirilmektedir."

Alt Komisyonun 28.11.2011 tarihinde dinlediği Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ faili meçhul konusunda veriler de vererek şu hususlara değinmiştir: "... kısa bir süre önce 'Türkiye’deki faili meçhullerin ve kayıpların tam listesi' adlı bir çalışma çıkarttım. Bu kitapta her faili meçhul cinayetin aynı zamanda devlet elindeki cinayet olduğu için dosyası da var yani sadece isim koymadım dosyasıyla birlikte koydum.

Üç temel kaynaktan hareket ettim, Adalet Bakanlığının kaynakları var burada, İçişleri Bakanlığının kaynakları var ve AMNESTY International adına bir Alman araştırmacı tarafından yürütülen çok kapsamlı bir çalışma var. Bunları bir araya getirdim ve çok küçük olmakla birlikte Taraf Gazetesi’nin yapmış olduğu bir çalışmayı da ekledim ve ortaya sonuç olarak bu çalışma çıktı."

Alt Komisyon tarafından 05.12.2011 tarihinde dinlenen Türkiye İnsan Hakları Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Coşkun ÜSTERCİ faili meçhulleri “herkesin bildiği sır” olarak nitelemiştir. İnsan Hakları Derneği Başkanı Öztürk TÜRKDOĞAN ise konuk olarak katıldığı alt komisyon toplantısında bir tablo sundu. Tabloya göre 1980 - 2011 arasındaki 32 yıllık dönem içerisinde 2.872 kişinin Faili Meçhul Cinayetler, 1.945 kişinin Yargısız İnfazlar/Dur İhtarına Uymama/Güvenlik Kuvvetlerinin Rastgele Ateşi, 1.147 kişi Gözaltında veya Cezaevlerinde Öldürmeler/ Ölümler ve 940 kişi de Siyasal Nedenlerle Zorla Kaybedilenler olmak üzere toplam 6.904 kişi terör ve terör bağlantılı olarak yaşamını yitirmiştir.

Alt Komisyonda Coşkun ÜSTERCİ’nin dinlenmesinden ve bu dinleme sırasında ortaya konulan verilerin basına aksetmesinden sonra İçişleri Bakanlığı faili meçhullerle ilgili bir çalışma yaparak 14.03.2012 tarih ve Emniyet Genel Müdürlüğü çıkışlı 84-2425-61107 sayılı yazı ile bir rapor hazırlayarak komisyona sunmuştur. Bu raporda; TİHV internet adresinden ulaşılan 2002-2011 yılları arasında yayınlanan raporlarda yer alan mükerrer ve farklılıklarla birlikte (131) iddianın tamamının isim isim Emniyet ve Jandarma birimlerince araştırmasının yapıldığı; Bu iddialardan;

  • (56)’sının polis sorumluluk bölgesinde,
  • (68)’inin jandarma sorumluluk bölgesinde meydana geldiği,
  • (7) cinayet iddiası ile ilgili ise her iki sorumluluk bölgesinde de herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanılmadığı,

diyerek binden fazla (1.096) iddia arasından sadece 131'i seçerek TİHV verilerini yalanmaya çalışmıştır.[31]

Sonuçlar

Komisyon raporunun sonunda şu tespitler var:

  • Terör nedeniyle ülkemizin yaklaşık son 30 yılda 7.918 kamu görevlisini şehit verdiği
  • 1984 - 2012 yılları arasında ölü olarak ele geçirilen terörist sayısının 22.101 olduğu
  • Emniyet bölgesi için 1987-2011 aralığında 1.633, Jandarma bölgesi için ise 1984-2012 aralığında 3.924 olmak üzere toplam 5.557 sivilin terör nedeniyle yaşamlarını kaybettikleri
Toplam 35.576 kişinin terör nedeniyle yaşamını kaybettiği görülmektedir.

"Terörle Mücadelede Hukuk Dışı Uygulamaları Önlemek İçin Altyapının Geliştirilmesi" başlıklı bölümde bazı öneriler (Faili Meçhuller Komisyonu Kurulması, Gerçeklerin Ortaya Çıkarılması İçin Komisyonu Kurulması, Faili Meçhullerle İlgili Zamanaşımı Engelinin Kaldırılması, Terör ve Terörün Önlenmesiyle İlgili Üniversitelerde Akademik Çalışmalar Yapılması) tartışılmıştır. Raporun sonunda bir yerde şöyle denilmektedir: "Komisyon çalışmaları sırasında ortaya çıkan bir önemli sonuç da kamu kurum ve kuruluşlarının terör, terör kaynaklı yaşam hakkı ihlalleri konusundaki verilerde olabildiğince saydam, bilgilendirici ve açık olması gerekliliğidir. Bu konuda saydam olunmaması öncelikle veriler konusunda her çalışmada farklı ve zaman zaman tutarsız rakamların zikredilmesine sebep olmaktadır. Diğer taraftan bu veriler üzerinde hem gerçekçi ve geçerli olmayan değerlendirmelere gidilebilmekte hem de ilgili kurumları zan altında bırakacak yorumlara kapı aralanmaktadır.

Bunun en açık örneği faili meçhul cinayetler konusundaki sivil toplum örgütlerinin elindeki birbirine uymayan veriler ile kamu kurumları elindeki verilerin birbirinden çok farklı olması ve bunların teyit edilmesi konusunda Alt Komisyonda yapılan dinlemeler üzerine İçişleri Bakanlığının harekete geçerek gerçek rakamlar konusunda isim isim çalışma yaparak Komisyonu bilgilendirmesi olayında yaşanmıştır. Kamu kurum ve kuruluşlarının veri elde edilebilmesi konusunda daha saydam olmasıyla ve sivil toplum örgütlerinin de olayları ve verileri kamuoyuna aktarmada güvenilir kaynaklarını kullanmadaki duyarlılığıyla bu tür sakıncaların ortadan kalkabileceği değerlendirilmektedir."

Eksiklik ve yanlışlıklar

Bu çalışmada temel aldığım TİHV ve İHD tarafından toplanan veriler güne gününe yapılan çalışmaların ürünü. Çalışanların "hataları" yüzünden dikkatlerinden bazı olaylar kaçmış olabilir, sübjektif yaklaşımlar yüzünden farklı değerlendirmeler yapılmış da olabilir. Bazı konularda objektif farklılıklar da söz konusu olabilir. Örneğin ben kayıp konusunda 2007 yılında yaptığım çalışmada sonradan ölüsü bulunanları listeden çıkartmıştım. Hafıza Merkezinde yapılan çalışmada ise önce kaybolup sonradan bulunanlar da dahil edilir. İHD tarafından 2010 yılına kadar gösterilen "yargısız infaz" olaylarında gözaltı ve cezaevlerinde ölümler de sayılmıştı mesela.

Kişisel olarak benim de yaptığım hatalar mevcut. Örneğin 1990-1999 öldürülen sivillerin listesini hazırlarken TİHV raporunda Devrimci Sol'a atfen gösterilen üç cinayetten sorumlu olarak PKK yazmışım. Konuyu yeniden gözden geçirdiğimde TİHV raporlarında da yer almayan 12 olay daha buldum ve işkence sonucu ölümler listesine Diyarbakır Cezaevinde Eylül 1999'da öldürülen 10 kişi dahil etmeyi de "unutmuş" idim.

Buna rağmen isim, isim olarak ortaya konulan iddialar ciddi iddialardır. Resmi makamlar bu konularda genellikle suskun kalmayı tercih eder. Ne zamanki kamuoyu önünde belirli konular fazla dikkat toplarsa bazen "yalanma" maksadıyla yanıtlar gelir. Bunun bir örneği, af örgütü tarafından işkence sonucu ölümler hakkında 144 kişilik bir liste "işkence altında mı öldüler?" başlığı ile yayınladığında ve liste Türkiye gazetelerinde çıktığında daha önce yanıt verilmeyen olaylar hakkında açıklamalar yapıldı. Yetkililer 112 iddia doğru değil derken ilk kez 32 ölümün işkence sonucu meydana geldiğini kabul ettiklerini görmezden gelmiş oldular. Daha önce kabul edilen 8 olay ve mahkeme kararları ile sabit olan 7 olay eklendiğinde "resmen" toplam 47 ölüm işkence sonucu meydana geldiği kabullenmiş oldular.[32] Bir başka örnek "kayıp" konusunda yaşandı. İHD bu konuda aylık raporlar hazırlarken 20 Aralık 1996 tarihinde Emniyet Genel Müdürlügü'nün Terörle Mücadele Birimi içinde bulunan "İnsan Hakları ve Yurtdışı İlişkiler Şube Müdürlüğü" bünyesinde "Kayıp Kişileri Araştırma Büro Amirliği" kuruldu. İHD tarafından 1995 ile 1996 yıllarında hazırlanan aylık raporlarında adı geçen yaklaşık 360 kayıp olayına karşı "büro" ilk 17 ayı kapsayan 200 aşkın kişiye ait "araştırma"yı 20 gün gibi kısa bir zamanda tamamlanmış. Daha sonra verilen yanıtlarla beraber "büro" 150 kayıp olayı hakkında hiç yanıt vermemiş görünüyor. Kimlik bilgiler yetersiz diye 82 olayın "mağdurları" hakkında ise bilgi bulamamış, yani "biz hepsini inceledik" derken olayların üçte ikisi yanıtsız bırakmış oldu.[33] En son "yaşam hakkı ihlalleri" araştıran komisyona 2012 yılında verilen yanıta bakıldığında resmi yanıt gene sadece diledikleri olaylara ilişkin (bin olaydan sadece 130'una) cevap verilip tekrar "teker teker inceledik" demekle hem milletvekilleri hem de kamuoyu yanıltmaya yönelik bir girişimden söz etmek gerekir.

Çalışmalarım ne işe yarıyor?

Çalışmalarımdan herkes faydalansın diye ben kimseden ücret talep etmeden bunu İnternet'te yayınladım. Konuya daha yakın olan çevreler eksiklikler bulur, düzeltmeler veya eklemeler yapar diye umudum vardı (halen var). Fakat bugüne dek olumlu veya olumsuz tepki ya da öneri gelmeden[34] vardığım sonuçlar kaynak belirtilmeden bazı İnternet sitelerinde liste şeklinde yorumsuz bir şekilde kopyalanmış görüyorum; üstelik Google bu tür siteler bazen benim sitemden daha önceki sonuçlar arasında gösteriyor. Hazırladığım listeler birebir doğrudur, yüzde yüz doğru tespitlerden ibaret değil. İsim, tarih, yer ve bazen ayrıntı göstermekle bir başkası bunu kontrol eder, düzeltir veya teyit eder umuyordum. Bir tek Hafiza Merkezinde buna dair bir çalışma devam etmektedir. Başka bir yer varsa ben bilmiyorum.

Sağda solda forumlarda veya bloglarda üretken kimselerin yokluğunda listelerim yorumsuz bir şekilde, bazen de "bakın devlet ne kadar devrimci öldürdü" diye ya da tersi "bakın devrimciler ne kadar insan öldürdü" diye propaganda malzeme yapılmasına üzülmekle beraber kabullenmekte zorlandığım asıl intihal olayı "bilimsel" olma iddiasında olan ya da araştırmacı-yazar diye ortaya çıkan şahıslarda görünen sorumsuzluk örnekleridir.

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü'nü kuran Prof. Dr. Ümit Özdağ, Ankara, Eylül 2011'de yayınladığı Terör Örgütlerince Gerçekleştirilmiş Cinayetler adlı 69 sayfalık raporunda kullandığı kaynaklar hakkında bilgi vermeden kendi araştırması olarak gösterdiği yapıtta isimleri arkasına Helmut Oberdiek isminin kısaltması olan H.O. yazmakla bilimsel çalışmalarda zorunlu olan alıntı işareti vermiş mi zannediyor? Yukarıda belirtildiği gibi TBMM Komisyonu önünde "Adalet Bakanlığının kaynakları var burada, İçişleri Bakanlığının kaynakları var ve af örgütü adına bir Alman araştırmacı tarafından yürütülen çok kapsamlı bir çalışma var" dediğinde acaba kaç kişi bu araştırmacının adı Helmut Oberdiek olduğunu anlamış? Bakanlıklardan alabildiği bilgilerin tek başıma topladığım bilgilerden daha az olduğunu neden söylememiş acaba? Daha da önemlisi benim kullandığım kaynaklardan, yani TİHV raporlarından neden bahsetme gereğini hissetmemiş?

Aytekin Yılmaz "Yoldaşını Öldürmek" isimi kitabını okuma fırsatım olmadı henüz. Kitabın son sayfasında isim ve rakamlar verirken hiçbir ayrıntı vermeden sitemde bulunan bir sayfaya link adresi vermekle yetinip yetinmediğini kesin olarak bilmiyorum. Fakat T24'te Hazal Özvarış ile yaptığı söyleşiler PKK, DHKPC, TİKKO: Yoldaşlarını nasıl öldürdüler? (13 Ağustos 2014) ve 'İHD ve diğer insan hakları kuruluşları, örgüt içi infazların kayıtlarını tutmadı!' (14 Ağustos 2014) bir gün ara ile şöyle bir çelişkiye düşüyor:

  • 13 Ağustos 2014 tarihli söyleşide "Siz bu sayıları neye dayanarak veriyorsunuz?" sorusuna "TİHV (Türkiye İnsan Hakları Vakfı). Bu vakıf kuruluşundan beri, aylık raporlar tutuyor, çok anlamlı bir faaliyet olduğunu söylemem gerekiyor. Bazı bilgilere bu raporlardan ulaşmak mümkündür." diyor
  • 14 Ağustos 2014 tarihli söyleşide başlık olarak şöyle deniyor: ‘İHD dâhil gittiğim hiçbir hak örgütünde örgüt içi infaz kaydı yok!’ ve devamında "Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) birçok raporun yanı sıra her yıl düzenli işkence raporları yayınlıyor ama aynı TİHV’in örgüt içi infazlara ilişkin tek raporu yoktur." şeklinde beyanatı var.

İntihal etme fiilini işleyen profesöre benzer bir şekilde Yılmaz Aytekin "her şey ben araştırdım" iddiasında olup daha önceden değerlendirdiğim TİHV kaynaklı veriler kullandım demiyor? Yılmaz Aytekin görgü tanığı olmakla, birinci ya da ikinci elden topladığı öyküleri bize aktarmakla çok önemli bir iş yaptığından şüphe yok. Hatta bu konuda ses çıkarmakla kişisel olarak bir takım riskleri göze aldığından ötürü kutlamak gerekir. Ancak oradan kalkıp "bu işin uzmanıyım, benden önce kimse bu konuda çalışmamış, insan hakları örgütleri bu konuda kayıtsız" demekle haksızlık yaparak ününe ün katmasına gerek yoktu bence.

2007 yılında yaptığım araştırma

Başta TİHV raporlarında bulunan bilgileri, kaybedilenler ile ilgili arştırma İHD ile resmi yanıtlardan hareketle ve her bir çalışmada kullandığım diğer kaynakları göstermekle

2012 yılında yaptığım araştırma

Bu proje çok daha kapsamlı olduğu için ayrı ayrı sayfalar (konulardan) ibaret:

- sıkıyönetim komutanları
- gözaltı süreleri
- 1981 ile 1984 arasında hükümet ve meclisler
- sıkıyönetim ile olağanüstü hal (1984'e kadar nerede ne kadar geçerli idi?)
- sıkıyönetim ile olağanüstü hal (nerede ne zaman kaldırıldı?)
- 15 Ağustos 1984: tek taraflı savaş ilanı
- devletin tepkisi: köy korucuları
- olağanüstü hal bölge valiliği OHAL (kapsamı ve süre)
- önemli gelişmeler (insan hakları örgütleri kuruluyor, mecliste insan hakları tartışılıyor)
- yeni il ve ilçeleri (daha önce nereye bağlı idi?)
- toplu cinayetler (5 ve daha fazla insanın öldüğü köy baskınları)

Her bir konu için çok ayrıntılı listeler hazırladım. Bu listeler geliştirilebilir diye herkesin ulaşımına açtım. Tek tek sayfalarda ya da projede hazırlanan tüm sayfalar kategorisinde yan ürünleri olan sayfalara da linkler var.

Ekler

  • İnsan Hakları Bülteni“ sayı 63-64, Mayıs – Haziran 1994'te yayınlanan Yokohama Bildirgesi, "Keyfi Cinayetler hakkında Sesli Düşünceler" başlıklı makalem.
  • Cenevre'de bulunan "The International Council on Human Rights Policy" (ICHRC İnsan Hakları Politikası için Uluslararası Konsey) "silahlı gruplara insan hakları açısından yaklaşmak" konulu çalışmada Türkiye raporu
  • Amaç ve Araçlar isimli sonuç kısmı

Almanca olarak şunlar mevcut:

Dipnotlar

  1. ISBN 978-975-0515-83-5, 192 sayfa, 2. baskı - Eylül 2014
  2. Örneğin T24'te 13 Ağustos 2014 tarihinde PKK, DHKP-C, TİKKO: Yoldaşlarını nasıl öldürdüler? başlıklı söyleşi, 14 Ağustos 2014 tarihinde 'İHD ve diğer insan hakları kuruluşları, örgüt içi infazların kayıtlarını tutmadı!' başlıklı söyleşi ve 14 Eylül 2014 tarihinde Habertürk'te Şu anki PKK Türkiye için son şans başlıklı söyleşi; ulaşım tarihi: 14 Ekim 2014. Bunlardan başka 24 Mayıs 2012 tarihinde kitabın yazarı gene T24'de bir makalesine Sol içi şiddet de bakılabilinir.
  3. Bu konuyu 2007 yılında Silahlı Örgütlerin İhlalleri sayfasında işledim.
  4. Ayrıntılar Aralık 1991 yılında Belge Yayınları tarafından "Yeni Sesler" dizisinde sayı 31 olarak Dışarıdakiler ismi ile yayınlanan kitabımda bulunur.
  5. Örnek olarak küçük arşivimde bulunan İHD İstanbul TİKKO'nun örgüt içi infazları kınadı başlıklı 18 Ocak 1997 tarihli bir haber (Hevi isimli dergide çıktı.
  6. İngilizce olarak giriş sayfası ve "Türkiye raporu" PDF dosyası olarak Türkiye raporu Ekim 2014 itibarıyla hala mevcut
  7. İngilizce çevriler 2008 yılından itibaren ve eksi raporlar 1990 ile 2007 arasında arşiv olarak duruyor.
  8. Bu süreç en iyi şekilde "Kaybedilenler" sayfasında anlatılır.
  9. Bu raporların ilgili sayfaları sırasıyla şöyle: 1992 yıllık raporu: (sayfa 78-83), 1993 yıllık raporu: (sayfa 82-89), 1994 yıllık raporu: (sayfa 95-100), 1995 yıllık raporu: (sayfa 123-126), 1996 yıllık rapor (sayfa 148-150), 1997 yıllık rapor (sayfa 155-160), 1998 yıllık rapor (sayfa 175-150) ve 1999 yıllık rapor (sayfa 79).
  10. Güvenilirliği konusunda soru işareti bırakan bu kaynakta ilginç başka ayrıntılar da var.
  11. Söz konusu olan bu sitede bulduğum bu haber bir olasılıkla emniyet ya da savcılıklarda bulunan bilgilerden ibaret.
  12. Yanlış tarih Özgür Politika'da 2 Mart 1994 tarihinde çıkmış İtirafçi Osman Tim Sağmalcılar'da öldürüldü denilen bir haberden kaynaklanıyor.
  13. Benzer haberler de var. Alıntı yaptığım yer burada
  14. Bugün için ne tür kaynakların günlük ve yıllık raporlarına temel oluşturduğunu görmek için tek bir raporun sonunda bulunan nota bakmaya yeterli.
  15. Birçok gazetenin İstanbul baskısı, Ankara ve taşra baskısı diye farklı haberler içerdiğini de unutmamak gerekir.
  16. Buna Hamburg kentinde çevirmenlik yaptığım davalarda bizzat tanık oldum. Konuya ilişkin 15 Eylül 1997 tarihinde haftalık olarak çıkan Focus adlı derginin Krieg der Radikalen (Aşırıların savaşı) isimli habere bakınız
  17. İlginç olabilir diye buraya bir anekdot aktarmak istiyorum. Almanca olarak bunun ayrıntısı burada. O zaman "comlinks" adında bir haberleşme grubuna Hannover'den 13 Ekim 1996 tarihinde gelen bir mesajda DHKP/C tarafından af örgütünü kınayan bir yazıdan bahsediliyordu. Bu yazı uzun biçimiyle bugün için google groups'da bulunur. Af örgütüne yapılan eleştiri özet olarak şu idi: "Özdemir Sabancı'nın öldürülmesine insan hakları ihlali denmez". Konuya ilişkin af örgütü raporlar ise Concerns in Europe January - June 1996 ve Almanca olarak 1996 yılına ait rapor. Hannover'de bulunan gruba ben o zaman 25 Ekim 1996 tarihinde kişisel yanıt olarak birkaç soru sordum. Sorularım Ankara Merkez Kapalı Cezaevinden öldürülen Fatma Özyurt ve Buca'da öldürülen İbrahim Sertel (26) ile ilgili idi. 1965 doğumlu olan Fatma Özyurt'un adı daha önce İHD tarafından yayınlanan "İşkence Raporu 1989" (Şubat 1990) ve af örgütün Mayıs 1990'da yayınlanan bir raporda Ankara DAL'da gördüğü işkence yüzünden geçmiş (raporu buradan indirmek mümkün). Sorduğum sorulara "gazete haberleri doğru ise cinayetler hangi gerekçelerle işlendi?", "bu eylemler idam cezasına karşı olmakla bağdaşır mı?" ve "ne tür mahkemelerde infaz kararı verilmiştir?" elbette ya da maalesef yanıt alamadım.
  18. Soru önergesi bu sayfada yanıtı ise bu sayfada bulunur.
  19. Arşivimde kopyası bulunan 06.08.1996 tarihli Özgür Politika haberine bakınız.
  20. Kitabın Almanca çevirisi: "PKK: Die Diktatur des Abdullah Öcalan" Ocak 1997, Fischer Yayınları, ISBN 978-3596135875
  21. 1982 yılında olsa gerek, HO
  22. Selim Çürükkaya: Apo'nun Ayetleri, 14 Temmuz Yayınları, sayfa 304 ile 309 arasında alatılan olay: Terzi Cemal kod adlı Ali Ömürcan komutasında olan ekipten Ömer kod adlı bir kişi "Vejin" (Diriliş) isimli muhalif akımında yer aldığını itiraf eder ve aynı grupta bulunan 17 kişinin isimlerini verir. İkisi bayan, 15 erkek hem soğukta (karda) bekletilerek hem de kızgın demir şişler ile yaralamak suretiyle öldürülmüşler.
  23. 1990'lı yıllarda siyasi tutuklu ve mahkumların kaldığı cezaevlerinde ölümle biten "güvenlik" operasyonları şunlar: 12 Eylül 1995 - Buca/İzmir - 3 ölü, 4 Ocak 1996 - Ümraniye/İstanbul - 4 ölü, 24 Eylül 1996 - Diyarbakır E-tipi Cezaevi - 10 ölü, 26 Eylül 1999 - Ulucanlar/Ankara -10 ölü
  24. 10 Ocak 2001 tarihli TİHV raporunda yer alan bir haber şöyle: "Olağanüstü Hal Bölge Valiliği tarafından yapılan açıklamada, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki 13 ilde olağanüstü hal uygulamasının başladığı 19 Temmuz 1987 tarihinden bu yana Hizbullah’a karşı sürdürülen operasyonlarda gözaltına alınan 7.138 kişiden 3.052’sinin tutuklandığı, 4.086’sının serbest bırakıldı ifade edildi. Açıklamaya göre, 2000 yılındaki operasyonlarda gözaltına alınan 2.869 kişiden 1.835’i tutuklandı.
  25. Örnek olarak af örgütünün acil eylem çağrılarına EXTRA 64/01 of 14 September 2001 (Hacı Bayancık), UA 218/01 of 4 September 2001 (Hacı Elhunisuni), UA 209/01 of 22 August 2001 (Yasın Karadağ), UA 194/10 of 31 July 2001 (Edip Balık), UA 317/00 of 17 October 2000 (Fesih und Hatice Güler) bakılabilir.
  26. Eski Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş 13 Ekim 2014 tarihinde öldükten sonra Bianet'te 15 Ekim 2014 tarihinde Doğan Güreş Görevdeyken 122 Kişi "Kaybedildi" başlıklı bir haber çıktı. Bu haber göre Doğan Güreş görevde olduğu 6 Aralık 1990 ile 30 Ağustos 1994 arasında Hakikat ve Adalet Hafıza Merkezince araştırılmış 122 zorla kaybedilme olayı meydana gelmiş. 2007 yılında yaptığım araştırmada ise bu dönem içinde olay sayısı 277 idi. Doğan Güreş’in görev yaptığı dönemde politik sorumluluğu bulunan zorla kaybetme vakaları sayfasında verilen olaylar arasında ise benim listemde yer almaya 73 olay var. Demek asıl rakam ne 122 ne de 277, aslında daha yüksek olması gerkir.
  27. Raporun bir kopyası TBMM sitesinde bulunur
  28. Bu rakamın abartılı olmadığını Serxwebun dergisinin 84'üncü sayısında (Aralık 1988) yer alan bir yazıya ("10'uncu yılında partinen gelişmesi hakkında") dört yıllık savaş hakkında (15.08.1984 ile 31.12.1988 arası) verilen bir rakama bakmak yeterli. Orada şöyle deniyordu: "enaz 1.055 hain ve ajan öğretmen ölümle cezalandırıldı." Derginin 30'uncu sayfasında daha başka rakamlar verilmektedir (görmek için tıklayın).
  29. Aynı yılda Hizbullah yanlılarına yapılan saldırılarda 93 kişi ölmüştür (TİHV raporunda ayrıntılı liste var.
  30. Raporun metni bu adreste bulunur.
  31. Son satırı ben (Helmut Oberdiek) ekledim. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından Komisyon'a verilen yanıtın içeriğini Komisyon raporundan anlamak mümkün değil. Sadece faili meçhul cinayetleri kapsıyorsa İHD/TİHV raporlarında bu dönem için gösterilen 320 olay var, yargısız infaz konusu ise İHD/TİHV raporlarında bu dönem için gösterilen 441 olay var ve gözaltında veya cezaevlerinde ölümlere istisnaden verilmişse İHD/TİHV raporlarında bu dönem için gösterilen 331 olay var (toplam 1.096). Kaldıki rapora giren bölümler bakımından "ünlü cinayetler" hakkında 2002 yılından önceki olaylara da yer verilmiştir. Sonuçta Komisyon raporunda belirtildiği gibi bu tür rakamlar "kafa karıştırmak"tan pek başka bir "işe" yaramamış.
  32. Ayrıntılar Nisan 1989'da yayınlanan bir rapor]da mevcut.
  33. Buna ilişkin 1998 yılında yaptığım kaybolanlarla ilgili araştırmama bakınız.
  34. Burada bir istisnadan bahsetmem gerekir. Hakikat ve Adalet Hafiza Merkezi kayıp konusunda benim verilerimden de faydalandığını Konuşulmayan Gerçek: Zorla Kaybetmeler adlı yapıtında belirtiyor. Merkez adına Murat Çelikkan benimle bu hususta yazıştığını de söylemem gerekir.